ANA SAYFA
MENTEŞE
MUĞLA
İLLERİMİZ
CUMHURBAŞKANLARIMIZ
BAŞBAKANLARIMIZ
TÜRKİYE
DEVLETLER
DEVLET BAŞKANLARI
ŞİİR KÖŞESİ
TURİZM
HABERLER
YEMEK KÖŞESİ
RESİMLER
EN'LER
JEOPOLİTİK
ÇEŞİT ÇEŞİT PARALAR
ARABALAR
EV RESİMLERİ
İSLAM
OSMANLI İMPARATORLUĞU
TARİHTEN
ŞİFALI BİTKİLER
GÜZEL MAKALE VE HİKAYELER
RESİMLERLE İLLERİMİZ
Galeri
SİYASİ PARTİLER
=> ADALET VE KALKINMA PARTİSİ
=> SAADET PARTİSİ
=> BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ
=> CUMHURİYET HALK PARTİSİ
=> ANAVATAN
=> BAĞIMSIZ TÜRKİYE PARTİSİ
=> DEMOKRAT PARTİ
=> MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
=> HALKIN YÜKSELİŞİ PARTİSİ
=> DEMOKRATİK SOL PARTİ
BAŞKENT RESİMLERİ

PARTİ PROGRAMI

I. GİRİŞ

İnsan yaratılmışların en şereflisidir. Diğer varlıklardan farklı olarak akıl, şuur ve irade ile donatılmış; iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan, adaleti zulümden ayırt edebilme yeteneği verilmiştir.

İnsanın kendisini ifade edebilmesi, diğer insanlara faydalı olabilmesi ve kemale erebilmesi, aklını ve iradesini iyiden, güzelden, doğrudan, faydalıdan ve adaletten yana kullanması ile mümkündür. Bunun için insanların bazı reddedilmez hakları ve özgürlüklerinin olması ve bunların diğer insanların tasallutundan korunması gerekmektedir.

İnsan ayni zamanda tek başına yaşayamayan sosyal bir varlıktır. Hayatını sürdürebilmesi için tek başına karşılayamayacağı çok çeşitli ihtiyaçları vardır. Bu nedenle insan, aileden devlete kadar çeşitli sosyal ve siyasi oluşumların üyesi olmak zorundadır.

Tarih boyunca, değişik şekillerde de olsa, bir siyasi organizasyon olarak devlet, insan hayatında hep önemli bir yer işgal etmiştir.

Siyaset; meşruiyetini bireylerin hak ve özgürlüklerini koruma amacından alan, en üst siyasi organizasyon olan devlet eliyle, hak ve adalet ilkeleri çerçevesinde insanlara hizmet etme işidir.

İnsanın özlemi ise, yeryüzünün en önemli değeri olan saadet içinde yaşamaktır. Saadet, ancak sevgi ve kardeşlik, hak ve özgürlük, adalet, refah ve saygınlık ortamında gerçekleşebilir.

Bizler, görüşümüzün temeli olan sevgi, şefkat ve kardeşlikten yola çıkan insanlar olarak Saadet Partisi’nde bir araya geldik.

Amacımız, başta bu ülkede yaşayan insanlar olmak üzere, tüm insanlığın saadetidir. Bu nedenle, devleti saadetin bir engeli değil, bir aracı haline getirmek için siyaset yapmakta kararlıyız.

İnsanların saadeti için her şeyden önce beş temel şartın var olması gerekir.

Bunlar:

-Sevgi, huzur, barış ve kardeşlik,
-İnsan hakları ve özgürlükler,
-Özgürlükler herkes tarafından en geniş anlamda kullanılırken insanlar arasında çatışma olduğunda özgürlüklerin sınırlarının adaletle çizilmesi,
-Saadet için barış, huzur, özgürlükler ve adalet gereklidir ama yeterli değildir. Bunun için refah da gereklidir; insanlar ihtiyaçlarını kolay ve bol bir şekilde karşılayabilmelidirler.
-Yukarıdaki unsurların hepsi sağlansa da saadet tam olarak gerçekleşemez; tam saadet için izzet, onur ve saygınlık da gereklidir.
İyi insan olmak ancak herkesin iyiliğini ve saadetini istemekle mümkündür. Bundan dolayı bizler insanların saadeti için zorunlu olan bu beş temel şartın tesisi için tüm gayretimizle çalışmayı, bir insanlık görevi olarak görüyoruz.

İnsanların saadeti için yanlışın değil doğrunun, kötü ve çirkinin değil iyinin ve güzelin, zararlının değil faydalının, zulmün değil adaletin hakim olması gerekir.

Bundan dolayı da doğrunun, iyi ve güzelin, faydalının ve adaletin hakim olması için bütün gücümüzle çalışmayı bir insanlık vecibesi olarak görüyoruz.

Bu amacımıza ulaşmak için;

-Çatışma, sürtüşme ve gerginlik değil diyalog, uzlaşma ve barış,
-Çifte standart ve ayrımcılık yerine eşitlik ve adalet,
-Sömürü değil adil paylaşım ve samimi yardımlaşma,
-Baskı ve dayatma yerine demokrasi ve insan hakları,
-Çıkarcılık ve maddiyatçılık değil ahlâk ve maneviyat,
-Anarşi ve düzensizlik değil karşılıklı rıza esasına dayanan sözleşmelere sadakat,

temel ilkelerine uyulmasını bir zorunluluk olarak kabul ediyoruz.

II. DEVLETİN NİTELİKLERİ VE İLKELER

II. 1. İnsan Hakları ve Özgürlükler

II. 1. 1. Genel

Üzerinde bütün insanların mutabık kaldığı, çoğu uluslararası sözleşmelerde zikredilen ve tabii hukuka aykırı olmayan temel haklara, bütün insanlar doğuştan sahiptirler ve bu haklara dokunulamaz. Bu haklar insan onur ve haysiyetinin koruma zırhıdır.

Saadet Partisi iktidarında, tüm sosyal ve siyasî organizasyonlar, bu doğal hakların korunmasına ve kullanılabilir olmasına hizmet edecektir.

Milletimizin ve onun devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olması, ancak vatandaşlarının temel insan haklarının garanti altına alınmasıyla mümkündür.

Saadet Partisi, insan hakları konusunda milletimizin ve tarihinin kabul ettiği tabii hukukun ortak değerlerini ve insan hakları ortak değerlerinin belirttiği ve Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Beyannamesindeki hususları uygun görmektedir.

Maalesef bugün Türkiye’de insan haklarını gerçek manâda garanti altına alan uygulamaların olduğunu söyleyemiyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşayan herkes hür, onurlu ve haklar bakımından eşittir. Partimiz, devletin; bu ülkede yaşayan herkesin, ırkı, rengi, cinsiyeti, dili, dini, mezhebi, siyasi görüşü, sosyal menşei, serveti veya diğer herhangi bir özelliğini gözetmeden, tüm insan haklarını ve özgürlüklerini garanti altına almasını sağlamak için çalışacaktır.

II. 1. 2. Yaşama ve güvenlik

Yaşama, özgür olma ve kişi güvenliği her bireyin hakkıdır. Devletin en temel görevlerinden birisi kişi güvenliğini temin etmektir.

Herkes yaşama hakkına, maddî ve mânevî varlığını koruma, sürdürme ve geliştirme hakkına sahiptir.

Hiç kimseye, zalimane, gayri insânî ve haysiyet kırıcı ceza verilemez, işkence yapılamaz; bu tip muameleler hiç kimseye uygulanamaz.

Saadet Partisi, işkence ve kötü muameleyi en büyük insanlık suçu olarak kabul eder; Türkiye’yi işkence, gözaltında ölüm, kayıplar ve faili meçhul cinayetler gibi uygulamaların olmadığı bir ülke haline getirmek için en büyük titizliği göstereceğini kamuoyuna duyurur.

Ülkemizde hiç kimsenin, özel hayatına, ailesine, meskenine ve haberleşmesine keyfi müdahalede bulunulamaz. Onuruna ve kişiliğine dokunulamaz; herkesin bu müdahale ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır.

Herkesin ülkede ya da ülke dışında serbestçe seyahat ve ikamet etme hakkı vardır.

II. 1. 3. Düşünce ve ifade özgürlüğü ve örgütlenme hakkı

Demokrasinin esas dayanağı düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü örgütlenme hakkı, öğrenim, öğretim ve inandığı gibi yaşama hakkı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Düşünce ve ifade özgürlüğü, düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, düşünce ve bilgileri her vasıta ile aramak, elde etmek, yararlanmak ve yaymak hakkını gerektirir.

Dernek, vakıf, sendika, oda ya da siyasî parti şeklinde örgütlenme hakkı ile toplantı ve gösteri hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğünün bir parçasıdır.

Bu nedenle Saadet Partisi, sivil toplum kuruluşlarını ve siyasî partileri, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak kabul etmektedir.

Yalan haberi, iftirayı, hakareti ve şiddet çağrısı içeren beyanları, ülkenin bölünmesinin talep edilmesini, ifade özgürlüğü olarak kabul etmiyoruz. Bize göre, düşünce, ifade ve örgütlenme hakkının sınırları, yalan, iftira, hakaret, şiddet ve terördür; hiçbir düşünce ve onun ifadesi, şiddet ve teröre sebep olmadıkça kamu güvenliği ve düzenini tehdit şeklinde değerlendirilemez.

Demokratik sistemlerin vazgeçilmez unsurları olan siyasî partiler farklı görüşlere sahiptirler. Tek tip düşüncenin farklı adlarla örgütlenmesini demokrasi sayan anlayışı doğru bulmuyoruz. Farklı düşüncelere tahammülsüzlüğü ve siyasî partiler üzerindeki baskı ve kısıtlamaları, demokratik anlayışa aykırı, ilkel bir zihniyetin ürünü olarak görüyoruz.

Bu nedenle Saadet Partisi olarak, düşünceyi ifade ve örgütlenme hakkının korunması ve siyasetin önündeki tüm engellerin kaldırılması, öncelikli hedefimizdir.

İktidarımızda, habere ulaşma hakkı, yorum ve eleştiri hakkı ve yayınlama hakkı tam olarak korunacaktır. Bu hakların, basının doğru bilgilendirme ve toplum adına denetim görevini aşarak, ekonomik ve siyasî çıkar elde etme, kişilik haklarının ihlali ve insan onurunun rencide edilmesi şeklinde kullanılmasını tasvip etmiyoruz. Bunun için gerekli önlemler alınacaktır.

Elbette hak ve özgürlüklerin genel bir sınırlaması da vardır; o da başkasının hak ve özgürlüklerine tecavüz edilmesidir. Saadet Partisi, Türkiye’de hiç kimsenin haklarının başkalarının haklarını; özgürlüklerinin başkalarının özgürlüklerini; mutluluğunun başkalarının mutluluğunu ortadan kaldırma üzerine kurulamayacağını savunmaktadır. Bundan dolayı özgürlükler çatıştığı zaman sınırların adaletle çizilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Devletin ve doğal olarak bu yapı içerisinde yer alan yasama, yürütme ve yargı erklerinin en temel görevi, en geniş anlamda insan hakları ve özgürlükleri korumak ve adaleti tesis etmektir.

II. 1. 4. Din ve vicdan özgürlüğü ve laiklik

Türkiye, din ve laiklik tartışmalarını artık aşmak zorundadır. Bunun için yapılacak iş, evrensel normlara göre bir laiklik tanımı ve uygulamasıdır.

Saadet Partisi, bu ülkede yaşayan herkesin din ve vicdan özgürlüğünü savunur. Herkes din, kanaat ve vicdan özgürlüğüne, ibadet ve dini vecibelerini bireysel ve toplu olarak yerine getirme hakkına sahip olmalıdır. Din, vicdan ve kanaat özgürlüğü temel insan hakları içinde yer alır. Bu hak, dinini tek başına veya topluca, açık olarak ya da özel surette, öğrenim, öğretim, tatbikat ve ibadetlerle açığa vurma ve örgütlenme özgürlüğünü de içerir. Hiç kimse din ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; yine hiçbir kimse ve kurum, din ve kanaatler konusunda bir başkasına zorlama yapamaz.

Devlet; laikliğin gereği olarak din, inanç ve kanaat konusunda taraf olamaz. Bu nedenle devlet, herhangi bir dinin inanç, ibadet ve vecibelerini icbar eden veya bunları yasaklayan bir uygulama içinde bulunamaz. Her konuda olduğu gibi din, inanç ve kanaat konusunda da kendisi bir baskı unsuru olamayacağı gibi toplum kesimlerinden kaynaklanan baskı, dayatma ve şiddet içeren eylemleri önlemekle de yükümlüdür. Devlet, insanların din ve kanaat tercihleri ve bunların gereklerini yerine getirmeleri yolundaki engelleri ortadan kaldırır.

Laiklik, kanunların ilme, gerçeklere, akıl ve insanların tecrübelerine dayanarak yapılmasını gerektirir. Ancak laiklik, asla dinsizlik veya din karşıtlığı olarak algılanamaz; aksine laiklik, bir kimsenin genel ahlâka aykırı olmamak şartı ile inancının gereklerini özgürce yerine getirebilmesi ve devletin bu konularda kesinlikle taraf olmaması ve bu hakları korumasıdır.

II. 2. Demokrasi

Saadet Partisi, herkesin saadetini istemekte, bunun da ancak barış ve kardeşlik, hürriyet, adalet, refah ve saygınlıkla mümkün olacağının idrak etmektedir.

İnsan maddî ve manevî varlığı ile bir bütündür.

Sosyal bir varlık olan insan diğer insanlarla birlikte oluşturduğu siyâsal ve sosyal organizasyonları yönetme hakkına sahiptir.

Egemenlik, doğrudan halk oylaması yoluyla, ya da bireylerin gerçek serbest seçimler yoluyla ve eşit tanıtma şartları içinde, seçtikleri temsilcileri aracılığıyla kullanılır. Millet tarafından TBMM’ne verilen egemenliği kullanma hakkı, hiçbir kişi veya kuruma kısmen ya da tamamen devredilemez.

Bunun dışında kalan işlerle ilgili alanın düzenlenmesi, yine eşit hak ve özgürlüklerin korunması ve zarar görmemesi, nimet ve külfetlerin, görev ve yetkilerin adil dağıtılması ve paylaşılması hususunda demokratik usul ve esaslar geçerlidir.

II. 3. Hukukun üstünlüğü

Temel Esas, kaba kuvvetin değil, hakkın üstün tutulmasıdır.

Saadet Partisi, insan haklarına dayalı demokratik devlet yapısı için, hukukun üstünlüğünü vazgeçilmez esas olarak görür.

İnsan haklarının dokunulmazlığını temin için, tabii hukuk ve adalet ilkeleri dâhilinde, önceden anlaşılmış ve ilan edilmiş kurallara ihtiyaç vardır. Bu kurallar tüm erkleri kullananları ve tüm bireyleri bağlar. Bu kuralların insan haklarının dokunulmazlığını koruması ve herkese eşit ve adil bir şekilde uygulanması hukukun üstünlüğünü oluşturur.

Saadet Partisi; hakkı üstün tutan bir anlayışa sahiptir. Bu nedenle gücün hukukunu reddetmektedir. Biz, hukukun gücünü, hukukun üstünlüğünü savunan geleneğin temsilcileriyiz. Kaba kuvvete karşı hakkı, hukuku, adaleti savunuyoruz. Partimiz, hukuka dayalı bir düzen, hakka dayalı ilişkiler ve adaletin belirlediği paylaşım için siyaset yapar.

Saadet Partisi; siyasi hedefleri olarak belirlediği, gerçek demokrasi, insan hakları, özgürlükler, kalkınma, refah, barış ve sosyal dayanışmanın, ancak bir hukuk devletinde gerçekleşebileceğine inanmaktadır. Bu nedenle Saadet Partisi, hukukun üstünlüğünün tam bir savunucusudur.

Ülkemizde ‘Hukuk Devleti’ anlayışının sorunlu olduğu herkes tarafından ifade edilmektedir. Gerçek bir hukuk devleti oluşturulması için, başta Anayasa olmak üzere, yasalarda ve uygulamalarda bazı düzenlemelere ihtiyaç vardır.

Kanun devleti demek, hukuk devleti demek değildir; hukuk devleti, kanunları tabii hukuka, hakka ve adalete uygun olan devlettir.

Tabii hukuk şu dört temel hak üzerine şekillenir: Doğuştan var olan temel insan hakları, Emek harcanarak kazanılan haklar, Karşılıklı rıza ile yapılan sözleşmelerden doğan hak ve ödevler, Adaletin gereği olarak doğan haklar.

II. 4. Sosyal devlet

Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında devletimiz “Sosyal Bir Hukuk Devleti” olarak tanımlanmıştır.

Devlet, halka hizmet için vardır. Sosyal devlet, halkın bütününü gözeten; hizmetlerinde tüm halkın ihtiyaçlarını karşılamayı görev sayan devlettir. Sosyal devlet, refah ve gelir dağılımı bakımından da, zümrevi ve bölgesel dengesizlikleri giderecek tedbirlere öncelik verir.

Saadet Partisi sosyal hakların elde edilmesini ve kullanılmasını, milletimizin tüm fertleri için sağlamayı görev sayar.

II. 5. Ahlâk ve mânevîyat

Ahlâk ve Maneviyat en önde yürüyen bayrağımızdır.

Ahlâkî ve manevî değerlere bağlı milletlerin büyük uygarlıklar kurduklarına, bu değerlerden uzaklaşanların ise güçlerini yitirdiklerine tarih şahittir. “Yaşanabilir bir Türkiye”, “Yeniden Büyük Türkiye”nin ve “Yeni Bir Dünya”nın ancak ahlâk, mânevîyat ve adil bir düzen temeli üzerinde kurulacağına inanıyoruz. Bu nedenle Saadet Partisi olarak, güzel ahlakın kökleşmesini ve geliştirilmesini toplumsal hayatın sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi ve ülke fertlerinin saadete ulaşabilmesi için zorunlu görüyoruz.

Saadet için zorunlu olan yukarıda belirtilen beş temel şart ancak “önce ahlâk ve mânevîyat ” prensibi ile gerçekleşebilir.

III. DEVLETİN YAPISI VE HİZMETLERİ

III. 1. Anayasa

Saadet Partisi, insanımızın özlemi olan kalkınmış, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, özgür, “Yaşanabilir bir Türkiye” ve “Yeniden Büyük Türkiye”nin kurulması için, mevcut Anayasanın, insanların temel hak ve özgürlüklerini uygulamada ortadan kaldırılmayacak ve güvence altına alacak şekilde düzenlenmesi gereğine inanmaktadır.

Bu nedenle Saadet Partisi, ülkeyi mutlu yarınlara taşıyacak ve demokrasinin temel ilkelerine, evrensel hukuk normlarına ve insan haklarına aykırı her türlü uygulamayı kesin olarak önleyecek bir Anayasanın, biran evvel yürürlüğe girmesi ve uygulamanın Anayasada yazılı esaslara uygun olarak yürütülmesi için her türlü gayreti göstermeyi temel görev sayar.

III. 2. Yasama

Partimiz, getireceği Anayasa değişikliği ile kuvvetler ayırımını tam olarak tesis edip yasamayı bütünüyle millet iradesine bağlı hale getirecektir.

Yine yapacağımız Anayasa değişikliği ile referandum müessesesi genişletilecek ve önemli konuların milletin oyuna sunulması sağlanacaktır.

Ayrıca, vatandaştan belli sayıda imza ile gelen tekliflerin referanduma götürülmesinin yolu açılacaktır.

Siyasi partilerin serbestçe ve demokratik kurallara bağlı olarak çalışmalarını ve seçmen iradesinin Meclis çalışmalarına tam olarak yansımasını sağlayacak yeni siyasi partiler ve seçim kanunları hazırlanacaktır.

III. 3. İdari reform

Saadet Partisi, Türkiye’nin artık merkeziyetçi, hantal bir idari yapı ile yönetilemeyeceğine inanmaktadır.

Bundan dolayı, mevcut düzenlemeler yeterli olmadığından, Türkiye’nin, iyi düşünülmüş köklü bir idari reforma ihtiyacı vardır.

Kurumları yerli yerine koyan, şeffaf, esnek ve dinamik bir işleyişi esas alan, yerel yönetimleri güçlendiren, onlara inisiyatif veren, her aşamada demokratik denetimi işleten ve bütün bunları yaparken milletin iradesini öne çıkaran bir idari yapı ve işleyiş için, başta Anayasa olmak üzere, yasalar ve uygulamalarda değişiklik yapan bir idari reformu gerçekleştirmek ana hedefimizdir.

Bütün özerk kurum, kuruluş ve işleyiş biçimleri yeniden düzenlenecektir.

Milli Güvenlik Kurulu, savunma konusunda, siyasi iktidara danışmanlık yapan bir kurul haline dönüştürülecektir.

Tarihi ve coğrafi şartları itibari ile, barış, huzur ve adalete dayalı yeni bir dünyanın kurulmasında öncülük yapması lâzım gelen Türkiye’nin, her türlü dış etken ve baskıya karşı, siyasi, iktisadi ve teknolojik bakımdan bağımsız bir ülke olması, sadece ülkemiz halkının saadeti bakımından değil, bütün insanlığın saadeti bakımından da büyük önem taşımaktadır.

Bu sebeple, ülkemizin her yönden gerçek bağımsız bir ülke olabilmesi için yapılacak değişiklikleri ve alınması lâzım gelen tedbirlerle ilgili projeleri Hükümete sunmak üzere bir “Yüksek Bağımsızlık Kurulu” oluşturulacaktır. Bu Kurula bağlı “Teknolojik Gelişme”, “Ekonomik Gelişme” ve “Siyasi Gelişme” kurulları ile Ülke ve Milletin âli menfaatleri korunacak, sömürü ve bağımlılıklar önlenecektir.

III. 4. Kamu düzeni ve güvenlik

Devletin aslî görevlerinden biri kamu düzenini korumak ve iç güvenliği sağlamaktır. Bu hizmet yapılırken, insan hakları ve insan onur ve haysiyetine azami dikkat gösterilmesi esastır.

Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğinin sağlanması ve vatandaşlar arasında dostluk ve kardeşliğin geliştirilmesi, huzur ve güven ortamının tesis edilmesi en önemli önceliğimizdir.

Milli, manevî ve ahlâkî değerlerimiz, huzur ve barış ortamının tesisi ve devamında en önemli dayanağımızdır.

Vatanımızın bölünmezliği, milletimizin birliği, beraberliği ve kardeşliği temel esastır.

İç güvenlik hizmetlerini yürüten birimler tek çatı altında toplanacak, her türlü donanıma ve imkâna kavuşturulacaktır.

III.5. Milli Savunma

Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya ve tarihsel gerçekler, kuvvetli bir savunma gücünü zorunlu kılmaktadır. Savunma gücümüzün üstünlüğünün sadece sayısal üstünlükle değil, aynı zamanda modern silâh ve üstün teknolojiye sahip araç ve gereçlerle teçhiz edilmiş, en mükemmel şekilde eğitilmiş, yüksek manevî değerlere sahip bir orduyla mümkün olabileceğine inanıyoruz.

Silahlı Kuvvetlerimizi, ülkemizi her zaman dış tehditlere ve saldırılara karşı koruyacak caydırıcı bir güç, bölgenin ve dünyanın barışı için bir teminat olarak görüyor, onun mutlak surette iç politika çekişmelerinin dışında tutulması gerektiğine inanıyoruz.

Silahlı Kuvvetlerin silâh ve teçhizatı, en üst düzeyde milli kaynaklardan karşılanarak modernize edilecek ve böylece ateş ve tesir gücü artırılacaktır. Bu yatırımlara paralel olarak asker sayısı ve askerlik süresi azaltılacaktır.

III. 6. Yolsuzlukla mücadele

Yolsuzluk ve rüşvet olayları; aşırı bürokrasi, şeffaflıktan uzak ve demokratik denetim mekanizmalarından yoksun idari yapı, rant dağıtan devletçi ekonomik model ve materyalist anlayışı besleyen eğitim nedeniyle, maalesef ülkemizde, had safhaya ulaşmıştır. Ülkemiz yolsuzlukta, dünya sıralamalarında en üst noktalarda görülmektedir. Bu durum milletimizin onurunu zedelemektedir. Ülkedeki geri kalmışlık ve yoksulluğun en önemli nedenlerinden biri de yolsuzluklardır.

Çare, manevî ve ahlâkî değerlerimizin hayata geçirilmesi, bürokratik idari yapının ıslahı, devlet harcamalarının tümünde şeffaflığın sağlanması, yine tüm kamu harcamalarında demokratik denetim mekanizmalarının geliştirilmesi ve işletilmesidir.

Saadet Partisi, gerçekleştireceği manevî kalkınma hamlesi ve getireceği yasal düzenlemeler ve uygulamalarla, rüşvet ve yolsuzluklara son verilmesini sağlayacaktır.

III. 7. Yerel yönetimler

Halkımıza tahakkümü değil hizmeti esas alan Partimiz, yerel yönetimlere özel bir önem vermektedir. İmkânları ve yetkiyi tüm ülkeye yayacak gerçekçi bir yerel yönetimler yasasına ihtiyaç vardır. Bu durum, toplumun kendine güvenini artıracağı gibi, kamudaki hantal işleyişi ve israfı azaltacağından ekonomiye de önemli katkılar yapacaktır.

Halen ülkemizde belediyeler müstakil olarak çalışmakta ve birbirlerinin imkânlarından yararlanamamaktadırlar. Bu durum birbirine çok yakın iki belediye arasında bile personel, araç ve kaynak israfına yol açmaktadır. Küçük belediyeler nitelikli personel ve araç konusunda sıkıntılar yaşarken, yanı başında bir il belediyesinde personel işsiz, araçlar atıl durumda bekleyebilmektedir.

Büyükşehir ve il merkez belediyeleri, İl sınırları içindeki bütün ilçe ve beldelere hizmet götürecek şekilde, yeniden düzenlenecektir.

Köylerin ve kırsal alanın hizmetleri, köy yolları dâhil, “İl Özel İdareleri” ile yeni kurulacak “İlçe Özel İdareleri” tarafından karşılanılacaktır. Köy muhtarları İlçe Özel İdarelerinin tabiî üyesi olacaklardır.

İl belediyeleri, Büyükşehir belediyeleri gibi, il sınırları içindeki tüm ilçe ve beldelerin imar, plânlama, alt yapı hizmetlerinin yapılmasından ve koordinasyondan sorumlu olacak, ilçe belediyeleri ise, ilçe sınırları içindeki tüm köylerin fizikî üst yapı ile çevre, trafik, koruyucu sağlık hizmetlerinden ve kanunla kendilerine verilen diğer hizmetlerden sorumlu olacaklardır.

Savunma, dış politika, adalet, iç güvenlik, vergi ve hizmetlerin koordinasyonu gibi genel ve zorunlu hizmetlerin dışında kalan merkezî idare görevleri, belli bir programla, illere ve mahallî idarelere devredilecektir.

İllere, yatırım ve cari giderleri için genel bütçeden pay tahsis edilecektir. Bu payın ilde sektörlere, il içi bölgelere, projelere ve işletmelere tahsisi il genel meclisi tarafından, il bütçesi olarak yapılacaktır. Uygulama ve denetim mahallinde olacaktır. Merkezî idare genel standartları belirleyecek ve genel denetim yapacaktır.

Birden fazla belediye ve ili ilgilendiren projelerde yatırım ve işletme safhasında ortak yönetimler kurulacaktır.

Belli hizmetler için, sınırlı sayıda üst seviyede idareci dışında, illerde çalışan kamu görevlileri, sözleşmeli olarak ve mahallinde çalışmak üzere istihdam edilecektir.

İl Genel Meclisleri ve Belediye Meclisleri güçlendirilecek, çalışmaları daha etkili şekilde denetlenecektir.

III. 8. Yargı

Yüzlerce yıl birlikte yaşayarak edindiği ve geliştirdiği ortak değerler ve yaşadığı ortak tarihiyle bu toprakları yurt edinmiş olan milletimiz, kimsenin hakkının yenmeyeceği, kimsenin çaresiz bırakılmayacağı, kimsenin horlanmayacağı bir Türkiye istiyor.

Bu ülkede herkes kanun önünde eşittir ve ayrımsız olarak hukukun eşit korumasından istifade eder.

Herkesin, uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve yasalarla tanınan temel haklara aykırı muamelelere karşı, mahkemelere müracaat hakkı vardır. Yine herkesin, kendisine bir suç isnadı yapıldığında, tam bir eşitlik içinde, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede, hakkaniyetle ve açık bir şekilde yargılanma hakkı vardır.

Hiç kimse keyfî olarak tutulamaz, alıkonulamaz veya sürülemez. Suç isnat edilen kişi, savunması için kendisine gerekli bütün imkânların sağlandığı açık bir yargılanma neticesinde kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır.

Elbette ki adalet mülkün temelidir. Ne var ki, bugün ülkemizde insanımız, bir haksızlığa uğratıldığında, hakkının zamanında ve tam olarak kendisine teslim edileceğinden emin değildir. Bu durum, hukuk devleti ilkesini zedeler.

Mevzuattaki sorunların yanında, özellikle iş hacminin yoğunluğundan dolayı, ülkemizde yargının çok yavaş işlediği de bir gerçektir.

İnsanlarımız, bu yavaş işleyiş sebebi ile, hak-hukuk, alacak-borç ilişkilerinde zorlandığında, hukukun yerini alacak kabul edilemez arayışlara girmek durumunda kalmaktadır.

Bu ülkenin insanları, haklarının yenmeyeceğinden, zamanında ve tam olarak teslim edileceğinden emin olmalıdırlar. Bu, toplumsal barışın vazgeçilmez koşullarından birisidir.

Saadet Partisi, ülkenin en başta gelen ihtiyaçlarından birinin yargı reformu olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle, iktidarımızda ilk sırada ele alacağımız konulardan birisi bu olacaktır.

Düşündüğümüz yargı reformunun temel amaçlarının başında yargı bağımsızlığı gelmektedir. Yargı bağımsızlığından, yargıçların her türlü etkiden uzak kalarak, kararlarını adil bir şekilde verebilmeleri için gerekli koşulların hazırlanmasını anlıyoruz. Siyaset ve idare, yargıya karışmamalıdır; yargının tam bağımsızlığı esas olmakla birlikte, yargının siyasallaşma ve siyaseti yönlendirme yolu da kapatılmalıdır.

Yargı bağımsızlığından söz edebilmek için yargının yürütmeden bağımsız hale getirilmesi gerekmektedir. Bu yargı erkini kullananların hiçbir yere bağımlı olmamaları anlamına gelmemelidir. Egemenliği kullanan üç unsurdan biri olan yargının da, egemenliğin asil sahibi olan millete bağlı olması gerekir; nitekim kararlarını millet adına vermektedir.

Türkiye’de, mahkemelerdeki oturuş şekli bile, iddia makamı ile savunmaya eşit davranılmadığını göstermektedir. Bu nedenle mahkeme salonlarının, savcılar ve avukatların aynı seviyede oturmalarını sağlayacak şekilde düzenlenmesi gerekir.

Yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve hızlı çalışmasının temini, terfi sistemi ile yargıç sorumluluğu ve güvencesinin sağlanması için yeni çalışmalar yapılacaktır.

Bu meyanda, yargıda görev yapacak bütün personelin yetiştirilmelerine büyük önem verilecek ve görevin gerektirdiği koşullara sahip olmalarına özel bir itina gösterilecektir.

Yargıya ayrılan bütçe payı yeterli seviyeye çıkartılacak, kadro sorunları çözülecek ve yargı organlarının yüklerinin makul seviyeye indirilmesi sağlanacaktır.

Adli kolluk kurulacaktır.

Özel hukuk davaları için tahkim kurumu genişletilecektir.

Usul kanunları, mahkemelerin hızlı çalışmasını sağlayacak şekilde değiştirilecektir.

Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasına son verilecektir.

Yargı hatalarının azaltılması için, genel mahkemeler arasında, ihtisaslaşmayı sağlayacak tedbirler alınacaktır.

İstinaf mahkemeleri kurulacaktır.

Saadet Partisi iktidarında “İnsan Hakları Mahkemeleri” kurulacak ve insan hakları ihlalleri bu mahkemeler tarafından ele alınacaktır.

Ceza infaz sistemi de derhal ele alınması gereken önemli konulardan biridir. Saadet Partisi, ceza infaz kurumlarının, sadece alınan cezanın gerektirdiği kadar kısıtlayıcı tedbirlerin uygulandığı yerler olduğuna; tutuklu ve hükümlülerin diğer haklarının asla kısıtlanamayacağı ilkesine inanmakta; insancıl bir ceza infaz rejimini istemektedir. Bu nedenle iktidarımızda, fizik koşulları, mevzuatı, uygulamaları ve sivil denetimi ile, insan onuruna yakışan bir ceza infaz sistemi için gerekenler yapılacaktır.

III. 9. Eğitim ve öğretim

Herkesin eğitim hakkı vardır. İlk ve temel öğretim parasızdır. İlköğretim mecburidir. Teknik ve mesleki eğitimden herkes istifade edebilmelidir. Yüksek öğretim liyakatlerine göre herkese tam eşitlikte açık olmalıdır.

Eğitim insan kişiliğinin tam gelişmesini, insan hakları ve temel özgürlüklere saygının kuvvetlenmesini sağlayıcı nitelikte olmalıdır; tüm insanlar ve gruplar arasında anlayış, hoşgörü, dostluğu ve barışı teşvik etmelidir.

Partimiz eğitim, öğretim ve terbiye konusunu, demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin değer olarak yükseldiği, bunun yanında uluslararası rekabetin alabildiğine hızlandığı bu çağda, ihtiyaç duyulan insan kaynaklarını en iyi şekilde yetiştirme gayesine yönelik olarak ele alacaktır.

Eğitim ve öğretimde insanların sadece bilgi ve becerilerle donatılması yeterli değildir; insanlara bazı yüksek değerlerin de kazandırılması gerekir. O nedenle biz, eğitim ve öğretimin terbiye boyutunu da önemsiyoruz.

Siyasi ve ideolojik mülâhazalarla sürekli müdahale edilen eğitim sistemimiz, artık başlı başına bir sorun haline gelmiştir. Kalite düşmüş, eğitimde fırsat eşitliği ortadan kalkmış, hatta birçok gencin eğitim hakkı elinden alınmıştır. Üniversiteler bilim üreten ve yayan kurumlar olmaktan çıkmıştır. Yaşama biçimi bile dayatmanın aracı haline getirilmiştir.

Bilimi, bilimsel araştırma ve yayınları bile çeşitli bahanelerle potansiyel bir tehlike olarak gören ve bunun için kısıtlamalar koyan anlayışla, ülkenin önünün açılması ve uygarlık seviyesinin yükseltilmesi mümkün değildir.

Bu anlayışı değiştirmek zorundayız; çünkü özgürlüğün bulunmadığı bir ortamda, bilginin üretilmesi mümkün olmadığı gibi, bilgi ve teknoloji üretmeyen toplumların, bilgi çağında ayakta durmaları da mümkün değildir.

Yeni kuşaklar, özgüven duygusuna sahip, inisiyatif kullanabilen, kendi toplumunun tarihi birikiminden ve imkânlarından haberdar olan, küresel gerçekleri bilen, evrensel anlayış ve değerlere aşina, milli ve ahlaki değerlerle bezenmiş şekilde yetiştirilmezse, milletin özlemlerini gerçekleştiremeyiz.

Bu nedenle Saadet Partisi, ilmî gereklere uygun bir eğitim reformunu programına almaktadır.

Bilim, araştırma, eğitim ve öğretim serbesttir. İnsan haklarına ve Anayasaya aykırı olmayan her düzeyde ve alanda eğitim ve öğretim kurumlarının açılması serbest olacaktır.

İnsan haklarına ve inanç esaslarına aykırı olarak konmuş sun’i engeller ortadan kaldırılacak, İmam-Hatip Lisesi ve meslek Okulu mezunlarının diledikleri fakülteye girmelerini engelleyici, eşitliğe aykırı uygulamalara son verilecektir.

Eğitim kurumlarında insan hakları ve demokrasi ile din kültürü ve ahlâk dersleri okutulması zorunlu olacaktır.

Zorunlu eğitim ve öğretim 5+3 şeklinde kademeli olacak, zorunlu eğitim bir geçiş döneminden sonra 11 yıla çıkarılacaktır.

Zorunlu eğitimin ikinci ve üçüncü kademesi mesleki ve teknik eğitime geçişi kolaylaştıracak şekilde programlanacaktır. Yüksek öğretime geçişte fırsat eşitliği ilkesi esas olacaktır. Mesleki ve teknik eğitim ile çıraklık eğitimi ve meslek edindirme kursları geliştirilecektir.

Din eğitimi, 18 yaşına kadar velilerin, 18 yaşından sonra bireylerin kendi isteğine bağlı olarak her kademede serbest olacaktır.

Devlet, ilk ve orta öğretimde müfredatları belirlemek, standartları koymak ve denetlemekle yükümlü olacaktır.

Üniversitelerin aslî görevi olan bilgi üretme ve yayma işini sağlıklı bir şekilde yapabilmeleri için özgür bir ortam ve işleyen bir idari yapı sağlanacak ve kaynak sorunları çözülecek, köklü bir yüksek öğretim reformu yapılacaktır.

Yüksek öğretim kuruluşları açmak serbest olacaktır. Devlet, yüksek öğretimle ilgili plânlama yapmak, standartları belirlemek, yüksek öğretim kurumlarının faaliyetlerinin kanunlara uygunluğunu denetlemekle yükümlü olacaktır.

YÖK kaldırılacak, yerine yüksek öğretim konusunda devlete düşen görevleri ve üniversiteler arasındaki koordinasyonu sağlamak üzere, bir üst kurul oluşturulacaktır.

Özürlülerin eğitimine önem verilecek, bunun için kurumlar geliştirilecek ve desteklenecektir.

Yüksek zekâlı çocukların tespiti ve özel eğitim almaları sağlanacaktır.

Halk eğitimine önem verilecek; bu konuda sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerin önündeki engeller kaldırılacaktır.

III. 10. AR-GE ve İleri teknoloji

Araştırma ve geliştirme faaliyetleri olmadan medeniyet yarışını sürdürmek ve insanlığa daha yararlı olmak mümkün değildir.

Partimizin iktidarında AR-GE çalışmaları desteklenecek ve ileri teknoloji üretilmesi için üniversitelerle iş dünyasının birlikte çalışmaları sağlanacaktır.

Hayatın her alanında, bilgi üreten ve teknoloji geliştiren ülke haline gelebilmek için, bütün imkânlar seferber edilecektir. Aynı zamanda yurt dışına giden beyin göçünü durdurmak ve gidenleri geri getirmek için gerekli tedbirler alınacaktır.

AR-GE ve ileri teknolojide hedef, diğer dünya ülkelerinin önüne geçmektir. Böylece hakkın ve insanlığın saadetinin savunulabilmesi mümkün olabilecektir.

III. 11. Kültür

Milletimiz asırlar boyu, ahlâk ve maneviyata dayanan kültürü ile, bütün insanlığa ışık tutmuş, en üstün medeniyetleri kurmuş ve bütün insanlığın saadetine paha biçilmeyecek derecede büyük katkılarda bulunmuştur. Bu gün de bütün insanlık, yeryüzünde âdil bir düzenin kurulması için, milletimizin öncülük yapmasını beklemektedir.

Saadet Partisi, bir yandan bu sorumluluğunun bilincinde olarak, diğer yandan da Türkiye’nin uluslararası konumunun güçlendirilmesi, vatandaşları mutlu ve müreffeh bir ülke haline gelmesi için, milli, ekonomik ve sosyal politikalarla birlikte, milletimizin değerlerini ortaya çıkaran, temeli ahlâk ve maneviyata, nefsin terbiyesine ve hakkın üstün tutulmasına dayanan, yeni, örnek ve üstün bir medeniyetin kurulmasını sağlayacak bir kültür hamlesini gerçekleştirmeyi en önemli görevleri arasında saymaktadır.

Saadet Partisi, Türkiye’nin kalkınmasının, kültür ve sanatın gelişmesinin ancak özgür bir ortamda olacağına inanmaktadır. Bu nedenle biz, güdümlü demokrasi yerine, gerçek demokrasiye geçişi, insan hakları ve özgürlüklere dayalı, kaba kuvveti değil hakkı üstün tutan, âdil bir düzenin tesis edilmesini her konunun önünde ve her şeyden önemli sayıyoruz.

Kültür ve sanat faaliyetleri, bireylere ve sivil topluma ait alan olarak, kamusal koruma altında olacaktır.

Milli kültürümüzü temsil eden tarihî eserlerimizin korunması ve ihyası için gereken her türlü önlem alınacaktır.

III. 12. Turizm

Türkiye’nin doğal güzelliklerini, zengin tarihî ve kültürel mirasını tüm insanlıkla paylaşmak, insanlar arasında dostluğun ve kardeşliğin gelişmesine hizmet etmek için, turizm faaliyetlerinin serbest piyasa kuralları içerisinde gelişmesini sağlayacak gerekli düzenlemeler yapılacaktır. Bunun aynı zamanda ülke ekonomisine önemli katkıları olacağı açıktır.

Turizmde ayrıca ülkemizi ziyarete gelen misafirlere, milletimizin asırlar boyu insanlığa ışık tutan değerlerinin tanıtılmasına da önem verilecek ve böylece turizmin her yönüyle hızla gelişmesine katkıda bulunulacaktır.

III. 13. Çalışma hayatı

Çalışma hayatında barış, kardeşlik, işbirliği ve karşılıklı hakların korunması ve verimlilik esas olmalıdır.

İşyeri çalışma koşullarının uluslararası normlara, sağlık koşullarına sahip ve insan onuruna yaraşır şekilde olmasının sağlanması ve denetlenmesi devletin görevleri arasındadır.

İktidarımızda herkes, işini serbestçe seçecek, âdil ve uygun çalışma koşullarına sahip olacak; herkese, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit çalışma karşılığında eşit ücret hakkı sağlanacak ve çalışana hakkı, alnının teri kurumadan verilecektir.

Bütün diğer hak ve özgürlüklerde olduğu gibi, sendikal haklar alanında da olumsuz uygulamalar yaşanmaktadır. İktidarımızda, adalet, güvenlik, temsili görevler ve idarenin üst düzey görevlileri hariç, işçi memur ayırımı yapılmadan, tüm kamu çalışanlarına toplu sözleşme ve grevli sendika kurma hakkı verilmesini sağlayan düzenlemeler yapılacaktır.

Çalışma hayatında kadınlar ve engelliler için özel tedbirler alınacaktır.

III. 14. Engelliler

Saadet Partisi olarak en önemli özelliklerimizden birisi, engelli vatandaşlarımıza yapılacak olan hizmetleri göstermelik ve yapıyor gözükmek için değil, insani ve manevî değerleri önde tutmamız, dolayısıyla özümseyerek yapmamızdır.

Bu hususta, bütün Türkiye sathındaki yaygın organizasyonlarla, yine her sahayı içine alan plân ve programlarla, bu güne kadar ihmal edilmiş olan hizmetlerin süratle yerine getirilmesine özel bir önem verilecektir.

Engellilerin, toplumun önemli ve saygıdeğer bir bölümünü teşkil ettikleri göz önünde bulundurularak, çalışacakları iş sahalarının hazırlanması, insanca yaşama şartlarına kavuşturulmaları, her türlü tesis ve alt yapıda kendileri için gereken yatırımların yapılması için özel bir çaba sarfedilecektir. Ayrıca, engellilerin ihtiyaç duydukları her türlü alet ve gerecin, külfetsiz bir şekilde karşılanması için kolaylık sağlanacak; bunları üreten ve ihraç eden tesislerin kurulması ve gelişmesi teşvik edilecektir.

Başta ibadethaneler olmak üzere, binalara kolayca girmeleri, ibadetlerini yapmaları, hutbe ve vaazlardan yararlanabilmeleri için gereken her türlü tedbirin alınmasına ve koşulların sağlanmasına da özel bir itina gösterilecek; engellilerle ilgili hizmetlerin, yurt çapında aksamadan yürütülmesi için, denetleme ve izleme çalışmalarına da önem verilecek ve gereken her türlü tedbir alınacaktır.

Engellilerin Doktora yapmaları dahil, en yüksek seviyede eğitim görmeleri ve sonradan da çalışarak hizmet etmeleri için gereken tedbirlerin alınmasına gereken önem verilecektir.

III. 15. Sosyal güvenlik

Sosyal güvenlik temel bir insan hakkıdır. İnsan yeryüzüne burada geçireceği süre içerisinde ihtiyaçlarını karşılayabilecek imkânlar, yetenekler ve toprak, hava, su ve güneş gibi nimetler sunularak gönderilmiştir.

Nimetler tüm insanlar için yaratılmıştır. İnsan bu nimetlerden emeğini ve yeteneklerini kullanarak yararlanmaya ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır.

Bu imkânlardan yararlanamayan işsiz, fakir, yoksul, düşkün kimselerin sosyal güvenlikten pay almaları ve yeterince faydalanabilmeleri sağlanacaktır.

Bu payın adil dağıtılması sosyal güvenlik anlayışımızın temel dayanağını oluşturmaktadır..

Bireysel alanda yapılan yardımlaşma elbette ki çok saygıdeğer bir insani erdemdir; insani amaçlarla yardım yapmak, bağışta bulunmak, bireyin hakları arasında olup sosyal güvenliğin önemli unsurlarındandır; engellenmemesi ve teşvik edilmesi gerekir.

Ayrıca bireysel ve kamusal alan dışında, sosyal güvenliği ilgilendiren çok geniş bir sivil alan bulunmaktadır. İnsanlar gerek dernek kurarak ve gerekse tarihimize damgasını vuran vakıf müessesesi aracılığı ile sosyal güvenlik hizmetine katılabilmelidir, katılmışlardır da. Bu alanda da engel çıkarılmamalıdır. Çünkü bütün bu organize faaliyetler, bireylerin ve toplumun sağlıklı bir şekilde gelişmesine hizmet edecektir.

Bu organizasyonların en üst düzeyde olanı şüphesiz ki devlettir. Devletin temel meşruiyet dayanağı, insan haklarının korunması ve elde edilir olmasını sağlamak olduğundan, sosyal güvenliğin tesis ve temini de devletin asli görevleri arasındadır.

Bir ülkede sosyal güvenliği kâmil manada işler hale getirebilmek için, önce temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması gerekir. Eğer sosyal güvenliğin bireysel ve sivil alanı görmezden gelinir, hatta engellenerek işlemez hale getirilirse, sadece kamusal alanda yapılacak düzenlemeler ve getirilecek müeyyidelerle bu önemli mesele çözülemez.

Ülkemizde sosyal güvenliğin görünmez bir tarafı vardır ki; o da milletimizin kültüründen ve inancından beslenen aile yapımızdır. Yıllardır eğitim sistemimiz milli ve manevî değerlerimizden uzak bir aile modelini özendirmeye gayret etmiştir. Buna karşı direnen milli aile yapımız, yaşlısına, engellisine, yoksuluna sahip çıkmakta, aile fertleri arasında diğer toplumları kıskandıracak düzeyde bir dayanışma ve yardımlaşma sergilemekte; beceriksiz hükümetler eliyle sık sık düşürüldüğü ekonomik krizlerin oluşturduğu sosyal patlamaları sinesinde söndürebilmektedir. Bu milli aile yapısı, benzer yardımlaşma ve dayanışmayı komşuluk ilişkilerinde de göstermektedir.

Belirttiğimiz bu inanç ve kültür yapımızın, kurmaya çalıştığımız sosyal güvenliğin sigortası olduğuna inanıyoruz. Tarihimizde vakıflarla temayüz eden bu yapımızı göz bebeğimiz gibi korumalı ve gelişmesi için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü kurulan sistemler her an krize girebilir, çökebilir. Bu gün çok güçlü ekonomilere sahip olan ülkeler bile sosyal güvenlik sistemlerini çalıştırmada zorlanmaktadırlar. Bu durum vakıfların ne kadar önemli olduğunun açık bir göstergesidir.

Herkesin sürdürülebilir bir yaşam için geçim, barınma, sağlık ve eğitim giderlerini karşılayacak sosyal güvenliğe sahip olma hakkı vardır.

Bu alanlarda ve eğitimin her kademesinde, sosyal güvenlikten yararlanmak için kamusal desteğe ihtiyacı olan herkese doğrudan destek verilecektir.

Bu amaçla “Sosyal Güvenlik Yüksek Kurulu” oluşturulacak ve bu kurulda kamu ve sivil toplum kuruluşları yer alacaktır.

“Sosyal Güvenlik Yüksek Kurulu”nun en önemli ve öncelikle görevi, bütün yurt sathındaki muhtaç ve düşkünleri, mahalli şartları yakinen tanıyan, güvenilir görevlilerin yardımıyla tespit etmek ve bunların insanca yaşamaları için gerekli imkânları temin etmek olacaktır. Böylece 75 milyonluk ülkemizde, aç–açık tek kimsenin kalmaması devlet anlayışımızın temelini teşkil etmektedir.

Emeklilik ve sağlık sigortaları birbirinden ayrılacak; bütün sosyal güvenlik kuruluşları tek çatı altında toplanacaktır.

Kişilerin, emeklilik sigortası ile yapacağı serbest sözleşmeyle, emeklilik yaşını belirlenmesini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılacaktır.

III. 16. Sağlık

Ülkemizde birçok alanda olduğu gibi sağlıkta da büyük sorunlar mevcuttur. Sağlık hizmetlerinden herkes yeteri kadar istifade edememektedir. Partimiz, sağlık hizmetlerinden herkesin eşit olarak yararlanmaları için gerekli düzenlemeleri yapacaktır.

Genel sağlık sigortası uygulamasına geçilecek, özel sağlık sigortalarından sigorta hizmeti satın alınacak, sağlık sigortası olmayan tek kişi bırakılmayacaktır. Sağlık sigortası primini ödeme gücü olmayanların primleri “Sosyal Güvenlik Yüksek Kurulu” tarafından karşılanacaktır.

Sağlık sigortası bilgileri tek merkezde toplanarak mükerrer sigorta uygulaması önlenecektir.

Vatandaşların hayatı ve sağlığı devletin teminatı altındadır.

Sağlık hizmetleri, sağlık bakanlığı, yerel yönetimler, vakıflar ve özel sektör tarafından verilecek; özel sektör ve vakıflar, sağlık yatırımları yapmaları için teşvik edilecektir. Özel sektörün ve vakıfların hizmet götüremediği yerlerde kamu ve yerel yönetimlerin hizmet vermesi sağlanacaktır.

Tüm yurtta aile hekimliği sistemine geçilecek; oluşturulan kademelere uyulmak koşuluyla, herkes hastane ve hekim seçme hakkına sahip olacaktır.

Sağlık Bakanlığı, personel, yönetim, organizasyon ve hizmet sunumu bakımından politikalar geliştirme, plânlamalar yapma, standart koyma ve denetleme görevi yapacaktır. Bakanlık özel sektör, vakıf ve yerel yönetimlerce yeterince sağlık hizmeti verilemeyen yerlere sağlık hizmeti götürmekle yükümlü olacaktır.

Koruyucu sağlık hizmetlerine büyük önem verilecek ve bu hizmetler bakanlık ve yerel yönetimlerce yerine getirilecektir.

III. 17. Aile

Evlilik çağına gelen her erkek ve kadının evlenme ve aile kurma hakkı ve görevi vardır. Evlilik akdi ancak kadın ve erkeğin serbest ve tam rızası ile yapılır.

Aile, toplumun doğal ve temel unsurudur. Ve ayrıca aile, inancımız ve milli kültürümüze göre, saadetin de temel unsurudur. Saadet Partisi olarak, parti adımızın da ifade ettiği gibi, temel gayemiz, bütün ülke insanlarının ve bütün insanlığın saadetidir. Bu sebepten dolayı, toplum ve devlet aileyi korumakla mükelleftir. İnanıyoruz ki, bu korumanın bütün tedbirlerini almak ve teşvik etmek toplum ve devlet olarak ana görevimizdir. Bu inanışın aksine olan uygulamalar, yıkıcı tahrik ve teşvikler, insan hakları ve hukuk çevresi içerisinde önlenecektir.

Geçmişle gelecek arasında köprü olan aile, kültürümüzün, kimlik ve kişiliğimizin oluşması ve yaşatılmasında en etkili kurumdur. Ailenin korunması, bölünmemesi ve geliştirilmesine yardımcı olmak tüm kurum ve kuruluşların görevidir.

Bu nedenle Partimizin sosyal ve ekonomik politikalarının şekillenmesinde temel unsur aile olacaktır. İktidarımızda, evlilik ve aile kurumu her yönü ile teşvik edilecek ve desteklenecektir.

Modernleşme ile beraber gelen sanayileşme, kentleşme ve değişen gündelik yaşam, etkisini en çok aile kurumu üzerinde göstermiştir. Günümüz toplumunda, dış güçlerin plânlı etkileriyle, bireyselliğin öne çıkarılması aileyi tehdit eden sonuçlar doğurmuştur.

Bugün gelişmiş batılı toplumların en başta gelen sosyal problemleri, ailenin parçalanması, insanların büyük kısmının yalnız yaşamak zorunda kalması, çocukların ana-baba ihtimamından yoksun bırakılmaları, aile fertleri arasında güvensizlik ve yalnızlığın getirdiği ruhsal rahatsızlıklar, şiddet ve intihar eğilimleri, alkol ve madde bağımlılığı ve nüfusun gittikçe azalması gibi sorunlardır.

Bu sebepten dolayıdır ki, batılı ülkeler ve uluslararası kuruluşlar; ailenin korunması ve sorunlarının giderilmesi için programlar yapmakta, bütçelerinden önemli ölçüde paylar ayırmaktadır.

Muharref kitaplara dayanan medeniyetlerin temeli, yanlış, hatalı ve yetersiz olduğu için, Batı, ailenin korunması görevini yerine getirememektedir. Ailenin korunması, bütün tarihin ispat ettiği gibi, ancak bizim milletimizin manevî değerlerinin rehber alınması suretiyle mümkündür.

Bizim, toplum ve millet olarak, bu büyük avantajımıza mukabil, bir yandan dış güçlerin hedefi olmamız dolayısıyla, üzerimizde oynadıkları manevî tahribat oyunları yüzünden, diğer yandan da ekonomik olarak bizi aç, işsiz ve borca esir bir toplum haline getirme gayretleri sebebiyle, bizde de son yıllarda aile tahribatı görülmemiş bir hızla artmaktadır.

Partimiz, uygulayacağı manevî ve ekonomik kalkınma politikalarıyla, bir yandan aile yapısının temelini sağlamlaştıracağı gibi, diğer yandan da reel sektöre ve istihdama önem vererek, işsizlik sorununu azaltırken uygulayacağı sosyal politikalarla da, yoksullukla mücadele etmek suretiyle, aile yapısının korunmasına katkıda bulunacaktır.

Özürlü çocuklarına ve yaşlılarına kendileri bakan aileler, vergi indirimi ya da doğrudan yardımlarla, desteklenecektir. Ayrıca bu ailelere, çocuklarının eğitimi ve rehabilitasyonu için kurumsal yardımların yapılması sağlanacaktır.

Aile ile ilgili ele alınması gereken konulardan biri de, kadınların toplumsal konumu ve haklarıdır. Hem kentte hem de kırsal kesimde kadının en önemli sorunu, işi ile ailesi arasında yaşadığı ikilemdir. Kadının çalışarak aile bütçesine katkıda bulunması ve kendisini geliştirmesinin bedeli, çocuklarını ve ailesini ihmal olmamalıdır. Partimiz çalışma hayatında, kadının annelik ve aile sorumluluğunu da yerine getirebilecek düzenlemeleri yapacaktır.

Artan geçim sıkıntısı, zayıflayan aile bağları ve manevi değerlere bağlılığın gerilemesi neticesinde sayıları giderek artan sokak çocukları ülkemizin en büyük ayıplarından ve problemlerinden biridir. Ülkenin bu ayıptan kurtarılması için gerekli tedbirler alınacaktır.

Toplumda meydana gelen olumsuzluklar aile büyüklerini de etkilemektedir. Bu gelişmeler dikkate alınarak yaşlıların daha iyi bir yaşam düzeyine ulaşma imkânlarını sağlayacak düzenlemeler yapılacaktır.

Fakat bu sosyal problemin temel çözümü, bizim milli esaslarımızın kabul ettiği ve asırlar boyu yaşattığı, torunları, büyük anne ve büyük babaları içine alan “geniş aile sistemidir”

Milletimizi ve sosyal yapımızı, dış güçlerin çeşitli etkinliklerle (medya, sinema vs.) bize aşılamak istediği, karı-kocadan ibaret kendi “çekirdek aile” hastalığından korumak için gereken tedbirler özenle alınacaktır.

III. 18. Gençlik

Gençlik bir milletin geleceğidir. Gençliğin ahlâklı, bilgili, sağlıklı yetişmesi ve hayata hazırlanması için tüm kurum ve kuruluşlar hizmet verecektir. Ayrıca bunun için, sivil toplum kuruluşları da teşvik edilecektir.

Devlet, kamusal desteğe ihtiyaç duyan her gence eğitimin her kademesinde yeterli desteği sağlayacaktır. İktidarımızda eğitimden yoksun hiçbir genç kalmayacağı gibi, eğitim sisteminde yapılacak değişiklikler ile, gençlerimizin milli ve manevî değerlerimize bağlı olarak yetişmeleri sağlanacak ve en az eğitim kadar terbiyeye de önem verilecektir.

Saadet Partisi, gençliği ülkenin teminatı olarak görmektedir. Her alanda gençliğin dinamizminden yararlanmak gerektiğini düşünmekteyiz. Bu nedenle seçilme yaşı 25’e indirilerek bu dinamizm siyasete taşınacaktır.

Tecrübesizlikleri ve merakları bazen gençleri kendilerinin de istemedikleri bir takım alışkanlıklara sürüklemektedir. Sigara, alkol, bağımlılık yapan çeşitli ilaçlar ve kimyasal maddeler, uyuşturucu ve uyarıcılar, kumar, pornografi vs.nin hedef kitlesi gençliktir. Gençlerin kötü alışkanlıklardan korunması için gerekli her türlü önlemlerle birlikte, gençlerin aile içinde kalarak milli ananelerimize bağlı gençler olarak yetişmelerini sağlayacak bütün tedbirler alınacaktır.

III. 19. Spor

Genç nüfusumuzun çokluğuyla spor dallarında kazandığımız uluslararası başarılar doğru orantılı değildir. Partimiz, spor faaliyetlerine gerekli önemi verecektir. Bu amaçla spor için gerekli alt yapı hazırlanacaktır. Sporun yaygınlaşması ve halkımızın sporu seyreden değil, sporu yapan topluluk haline dönüşmesi için mevzuattan ve bürokrasiden kaynaklanan engeller kaldırılacak, spor alanında faaliyet gösteren, başta spor klüpleri olmak üzere, kuruluşlar ve sporcular teşvik edilecektir.

Geleneksel sporlarımızın yeniden ihya edilmesi için ulusal ve uluslar arası organizasyonlar desteklenecektir.

III. 20. Yurtdışında Bulunan Vatandaşlar

Saadet Partisi, ülke dışındaki vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerde her türlü haklarının korunması ve geliştirilmesi için devletin hizmetini insanlarımıza ulaştıracak, sahipsiz kalmalarını önleyecek ve Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı olmanın haklı onurunu, tüm insanlarımız gibi, yurtdışındaki insanlarımıza da yaşattıracaktır.

Yurt dışında temsilcilikler açarak, oralarda yaşayan yurttaşlarımızın her türlü sorunları ile yakından ilgilenecek çalışmalar yapacağız.

Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın ülkenin yönetiminde söz sahibi olmalarını sağlayacak seçim mevzuatı düzenlemesi yapılacaktır.

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ve aynı tarihî köke sahip insanların bulundukları ülkelerde kendi değerlerinden uzaklaştırılarak asimile edilmelerine karşı, gereken tedbirler alınacak; her türlü maddî ve manevî destekle, bunların yaşadıkları toplumda örnek birer insan olmaları için, gerekli çalışmalar yapılacaktır.

III. 21. Çevre

Yeryüzü ve çevredeki her şey bize bir emanettir. Biz, bu emaneti koruyarak ve geliştirerek bizden sonraki nesillere intikal etmesini sağlamakla sorumluyuz.

Özenli bir plânlama ve yönetim ile, dünyanın doğal kaynakları, hava, su, toprak, bitki örtüsü ve canlıları, özellikle de doğal eko sistemleri korunmalıdır.

Kalkınma ve sanayileşme çabalarını sürdüren ülkemizde ciddi çevre sorunları vardır. Ülke genelinde erozyon, çarpık kentleşme ve buna bağlı altyapı sorunları yoğun olarak yaşanırken, özellikle batı bölgelerimizde, sanayileşmeden kaynaklanan çevre kirlenmesi tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Ülkemizin büyük bir bölümünde bitki örtüsü ve ormanlar azalmaktadır.

Doğal çevre ile uyumlu ve sürdürülebilir bir kalkınma, partimizin başlıca hedeflerinden biridir.

Saadet Partisi, üretim ve tüketimde insan ile doğa arasındaki dengeyi, insan sağlığını ve doğal dokunun korunmasını esas alan çevre politikalarını özenle uygulayacaktır. Bu politikaların temeli eğitim olacaktır; her kademede çevre bilincinin geliştirilmesi için eğitim programları hazırlanacaktır.

Çevre konusunda uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliğine gidilecek, yerel yönetimlerin etkin kılınmasına imkan sağlayacak yasal düzenlemeler yapılacaktır.

IV. EKONOMİ

Saadetin temel şartlarından birisi de refahtır. Refah; insanların ihtiyaçlarının kolay ve bol bir şekilde karşılanmasıdır. Bu ise ekonomik gelişmişlikle mümkündür.

Türkiye’nin mevcut ekonomik durumu, ne yazık ki milletimizin özlediği ve ulaşmak istediği tablodan çok uzaktır.

Cenab-ı Hakk’ın ülkemize verdiği nimetlere rağmen bu günkü durum yürekler acısıdır. Ülkede kişi başına milli gelir, ekonomik bakımdan gelişmiş ülkelerin onda biri düzeyindedir. İşsizlik ve gelir dağılımındaki adaletsizlik artmaktadır. İç ve dış borçlar artmakta, anapara ve faiz ödemeleri borçla yapılmaktadır. Toplanan vergilerin önemli bir kısmı faiz ödemelerine gitmektedir.

Sonuç olarak, Cenab-ı Hakk’ın en büyük nimetlerine mazhar, çalışkan ve genç nüfuslu bir millet ve ülke olmamıza rağmen, halkımız açtır, işsizdir ve borca esir edilmiştir. Çünkü, ekonomimizi dış güçler, milli menfaatlerimize aykırı olarak kendi hedeflerini gerçekleştirmek için, yönetmektedirler. Bu durum Milli Görüş’ten ayrılmanın tabii sonucudur.

IV. 1. Teşhis

Bir süreden beri Türkiye’de uygulanan ekonomik politika, ırkçı emperyalizmin finans kapitalizminin Türkiye’ye bütün müesseseleri ile yerleştirilmesidir. Bu da rant ekonomisi demektir.

Bugünkü ekonomik yıkımın sebebi rant ekonomisidir. Rant ekonomisinin oluşumunun temel sebebi; küçük bir rantiye gurubunun, sermaye ve medya gücü ile, siyasette ve bürokraside etkin olması ve bu suretle toplum aleyhine haksız menfaat sağlamasıdır. Diğer bir ifade ile, ülkemizde âdil bir ekonomik düzen mevcut değildir. Herkes ürettiği kadar tüketme hakkına sahip olmayıp, ufak bir azınlık hiç üretmeden üretenlerin haklarını haksız olarak ellerinden almaktadır.

Rant ekonomisinin temel özellikleri şunlardır:

-Vergi, zam, faiz, düşük ücret ve düşük taban fiyatları vasıtasıyla, halkın sahip olduğu bütün imkânlar elinden alınmaktadır.

-Kur, faiz oranları ve enflasyon politikaları vasıtasıyla, halkın imkânları iç ve dış rantiye gruplarına aktarılmaktadır.

-Kamu kesimi borçlanma gereğinin en üst düzeyde tutulması ve bunun yüksek reel faizli iç ve dış borçlanmalarla karşılanması suretiyle, halkın ve devletin imkânları rantiye grubuna aktarılmaktadır.

-Reel yüksek faiz ve yanlış kur politikası sonucu, tüketim malı ve ara mali ithalatı artmakta, buna mukabil, ihracatın ithalattan daha az artması neticesinde, dış ticaret açığı büyümektedir. Bunun sonucu olarak da büyük bir cari açık ortaya çıkmaktadır.

-Giderek büyüyen cari açığın sıcak para ile karşılanması neticesinde, ekonomi dış müdahalelere açık hale gelmekte ve sürekli kriz tehdidine maruz kalmaktadır. Böylece iç ve dış borçların sürekli artmasıyla ülke kaynakları faize akmaktadır.

-Yanlış kur politikaları neticesinde ithalat cazip hale gelmekte, ihracat giderek zorlaşmakta, yerli üretim ve yeni yatırımlarda gerileme olmakta ve neticede işsizlik artmaktadır.

-Artan işsizlik ücretlerin azalmasına sebep olmakta, işsizlik ve düşük ücretli kayıt dışı istihdam sonucunda gelir dağılımı adaletsizliği tahammül boyutlarını zorlamakta ve böylece sosyal patlama riski artmaktadır.

-Özelleştirme adı altında, milletin tasarrufları ile oluşturulmuş milli kuruluşlar şaibeli bir şekilde IMF talimatları doğrultusunda yabancı ve yerli tekellere haraç mezat satılmakta, bunun neticesinde ülke ekonomisinin bel kemiği durumundaki tesisler, güvenlik ve savunmamızla ilgili sektörler, topyekun küresel sermayenin eline teslim edilmektedir. Bu yapılan özelleştirme değil, ülkeyi ve ülke ekonomisini yabancılara teslim etmektir.

-Ülke toprakları, köy arazileri dahil, kontrolsüz bir şekilde yabancılara satılmaktadır.

-Ekonominin yönetimi, İMF ve Dünya Bankası aracılığı ile, küresel sermayeye terkedilmiş durumdadır. .

Rant ekonomisi düzeninde, ülke kaynaklarının rantiye grubuna aktarılması için başka yöntemler ve yollar da kullanılmaktadır. Bunlar:

-Merkez bankasının bankaları fonlaması ve repo işlemleri,

-Kamu kurumu ve kuruluşlarının paralarının ve gelirlerinin özel bankalara düşük faizle yatırılması,

-Kamu kurum ve kuruluşlarının finansman ihtiyaçlarının özel bankalardan ve yüksek faizlerle karşılanması,

-Kamu bankalarının döviz tevdiat hesaplarının yurt dışı şube ve muhabir bankalara aktarılması ve bunların düşük faizle özel bankalara intikal ettirilmesi,

-Özelleştirme, kiralama ve ihale yolsuzlukları,

-İsraflar ve atıl yatırımlar;

-Devlet yatırımlarının çok uzun yıllara sari olarak yürütülmesi.

Bu rant ekonomisi anlayışı ve uygulamaları ile ülke ekonomisinin düzlüğe çıkması ve “güçlü ekonomiye geçiş” mümkün değildir. Tam tersine rant ekonomisi, her geçen gün ekonominin batışını hızlandırmakta, gelir dağılımındaki adaletsizliği daha da derinleştirmekte ve sosyal patlamalara zemin hazırlamaktadır.

Rantiyeye haksız olarak aktarılan imkânlar, reel sektöre, sosyal güvenliğe ve bütçeye, yani hak sahibi olanlara aktarılsaydı, denk bütçe, yüksek miktarda yatırım, bol, kaliteli ve ucuz üretim ile istihdam ve büyük miktarda ihracat temin edilecek, ayrıca sosyal sınıfların insanca yaşaması sağlanmış olacaktı. Böylece ülkenin kalkınması sağlanmış, insanlarımızın refah seviyesi yükseltilmiş olacaktı.

IV. 2. Tedavi

Bu izahlardan açık olarak anlaşılacağı gibi, yaşanan ekonomik felâketi ortadan kaldırmak için yapılacak iş; rant ekonomisinden, reel ekonomiye geçiştir.

Bizimle diğer siyasi partiler arasındaki temel farklardan biri de budur. Biz, “Reel Ekonomi” yi esas alıyoruz, onlar “Rant Ekonomisi”nde ısrar ediyorlar. Biz, “Türkiye’nin Bütünüyle Kalkınmasını” esas alıyoruz, onlar çoğunlukla, küçük bir azınlık olan, “Rantiye Gurubu’nun kalkınmasını”; biz, “Adil Bölüşüm” ve “Herkese Refah”ı esas alıyoruz, onlar çoğunlukla “Rantiyenin Refahı”nı esas alıyorlar.

Çünkü biz Milli Görüş zihniyetinin mensuplarıyız.

Ülkemizi bütünüyle kalkındıracak, herkese refah sağlayacak reel ekonomiye geçişin başarılabilmesi, bazı şartlara bağlıdır; şöyle ki :

a. Kadro

-Milli Görüş’e, Milli heyecana, başarma aşk ve azmine sahip, bilgi, plân, program, takip, intaç (sonuç alma) sistemini disiplinle uygulayacak kadrolar ile bu hedefler gerçekleştirilecektir.

b. Zihniyet

-Milletin kendi kaynaklarına güvenmek ve onları harekete geçirmek; üretim, istihdam ve ihracat seferberliğini başlatmak; bölüşümde herkesin hakkını almasını, ülkenin bütününün kalkınmasını ve bütün gelir guruplarının Milli Gelirden dengeli ve adil bir şekilde pay almasını sağlamak inancımızın temelini oluşturmaktadır.

Böyle bir politikanın başarılı bir şekilde yürütülmesi, aynı zamanda âdil bir düzene dayalı yeni bir dünyanın kurulmasını gerektirmektedir. Bu vizyona sahip olmayanlar Türkiye’yi ekonomik yıkımdan kurtaramazlar.

c. Gözetilecek Temel Esaslar

-İş ahlâkı temel ilke olacaktır.

“Önce ahlâk ve maneviyat” prensibi bütün yönleri ile uygulamaya konulacaktır.

-Her türlü israf ortadan kaldırılacaktır.

-Üretimin en ucuz maliyetle gerçekleştirilmesi için her türlü tedbir alınacaktır.

-Verimlilik ve toplam kalite esas alınacaktır.

-Tüketici haklarının korunması için gerekli yasal mevzuat daha da geliştirilecek ve sivil toplum kuruluşları desteklenecektir.

-Ekonomik faaliyetler serbest piyasa kurallarına göre yürütülecektir. Devlet sömürüyü, kartelleşmeyi, tekelleşmeyi, karaborsayı ve haksız rekabeti önleyecek ve üretimi zorlaştıran engelleri ortadan kaldıracak tedbirleri alacaktır.

-Herkes teşebbüs özgürlüğüne, iş ve meslek seçme hakkına sahip olacak. Bu hak ve özgürlüğün önündeki engeller kaldırılacaktır.

-Vergi sistemi bütünüyle elden geçirilecek ve verginin âdil ve haklı olması sağlanacaktır. Vergi çeşitleri azaltılacak, oranları düşürülecek, vergi mevzuatı basit ve etkin hale getirilecektir. Asgari ücretten vergi alınmayacak, yasal tüm tüketim harcamaları gider sayılacak, gelir vergisi net gelirden alınacaktır.

-Sermayenin tabana yayılması ve sermaye piyasasındaki spekülasyonlara son verilmesi için gerekli düzenlemeler yapılacaktır.

-Finansmanı üyeleri tarafından sağlanan, demokratik esaslarla yönetilen, üreticiler arasında özerk dayanışma sandıklarının veya sigortaların kurulması için gerekli yasal düzenlemeler yapılacaktır.

-Devlet yatırımları; geri kalmış bölgelerin kalkınması ile ilgili yatırımlar ve stratejik önemi olan yatırımlarla, özel sektörün yeteri kadar ilgi duymadığı alt yapı, sağlık ve eğitim yatırımları ve özel sektör tarafından gerçekleştirilmesi mümkün olmayan yatırımlar ve bazı savunma sanayi yatırımları ile sınırlandırılacaktır.

-Kamunun alacak ve vereceklerine farklı ceza hadleri uygulamasına ve sonradan geri ödenecek payların önce ödettirilip sonra iade edilmesi uygulamasına son verilecektir.

-Doğal kaynaklar kamuya aittir. Stratejik olanlar dışında, bu kaynakların arama ve işletilmesinin, kamusal pay alınmak koşuluyla, özel sektör tarafından yapılmasına imkan verilecektir. Doğal kaynakların işletilmesinde etkinliği ve verimliliği arttırıcı tedbirler alınacaktır.

-Ormanların işletilmesinde, orman varlığını arttırıcı, ormanları gençleştirici ve geliştirici tedbirler ve yasal düzenlemeler yapılarak özel sektörden yararlanılacaktır.

-Araştırma ve geliştirme faaliyeti ve yatırımlar tüm sektörlerde desteklenecektir.

-Ekonomiye dış müdahaleler önlenecek; yabancı sermayenin ülkeye spekülatif amaçlarla değil, kalıcı yatırımlar için gelmesini sağlayıcı hukuki altyapı ve güven ortamı tesis edilecektir.

-İMF ve Küresel Sermaye tarafından dayatılan politikalar derhal terk edilecek, milli reçeteler uygulanacaktır.

-54. Erbakan Hükümeti zamanında kurulan ‘Havuz sistemi’ tekrar tesis edilerek, kamunun gereksiz borçlanmasının önüne geçilecektir.

-Denk bütçe yapılarak kamunun borçlanma ihtiyacı kaldırılacak, böylece faizler düşürülecek, ülke kaynakları faize, rantiyeye değil, yatırıma, üretim ve ihracata, dolayısıyla işsizliğin çözülmesine ve refaha yönlendirilecektir.

-Güçlü ekonomiye ulaşmak için, ülkenin öz kaynakları tekrar harekete geçirilecek, kısa sürede üretim ve ihracat seferberliği yeniden başlatılacaktır.

-Çalışanların ücretleri artırılarak, tarım ve hayvancılık desteklenerek halkın alım gücü arttırılacak, iç tüketim canlandırılacak, bu sayede ekonominin büyümesi sağlanacaktır.

-Teşvik yasası yeniden düzenlenerek ülkemizin ve ekonomimizin şartlarına uygun hale getirilecektir.

-Başta D-8 olmak üzere, gelişmekte olan ülkeler arasında tesis edilecek olan ve âdil bir düzene dayalı uluslar arası ilişkilerle, ekonominin hızla gelişmesi sağlanacaktır. Diğer ülkelerle de, ekonomik ilişkiler, bu ölçüler içerisinde yürütülecektir.

-Özelleştirme adı altında yapılan yabancı ve yerli tekellere peşkeş çekme derhal durdurulacak, oluşmuş tekelleşme rekabete açılacaktır. Özelleştirmeler rekabeti sağlayıcı, verimliliği arttırıcı, dışa bağımlılığa yol açmayan, teknolojiyi geliştirici şartları sağlama ilkeleri içinde yapılacaktır.

IV. 3. Dengeli Kalkınma

Türkiye’nin, bölgeler ve fertler arasındaki dengesizlikler giderilerek, bütünü ile kalkınması gereklidir. Böylece belirli bir zümreye değil herkese refah sağlanması gerçekleştirilecektir.

Bunun için;

-Yurdun her yanına ulaşabilecek karayolu, demiryolu, hava ve deniz yolu ağı tesis edilecek, böylece kaynaklara ve her bölgeye ulaşma imkanı sağlanacaktır. Bu suretle, istihdam–üretim–ihracat seferberliğinde, yurdun her köşesindeki imkânlardan azami ölçüde yararlanılacaktır.

-Başta organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi siteleri olmak üzere altyapı tesislerine önem verilecek ve yaygınlaştırılacaktır. Böylece üretim, istihdam ve ihracat artırılacaktır.

-Teşvikler üretimi, istihdamı ve ihracatı artırmak için kullanılacaktır. Ekonomimizin düzlüğe çıkması büyük ölçüde ihracatın artırılmasına bağlıdır. İhracatı artırmak için üretim maliyetini düşürmek ve kaliteyi artırmak gerekmektedir. Üretim maliyetini düşürmek için girdi maliyeti ve vergilerin dünya şartlarına uydurulması, hatta daha da ucuzlatılması ve en aza indirilmesi sağlanacaktır.

-Başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere, Milli Gelirden yeterince pay alamayan bölgelerin hızla kalkınabilmesi için özel programlar tatbik edilecektir.

Bunun için;

-GAP projesi süratle tamamlanacaktır. GAP bölgesindeki yerleşim alanlarında ortaya çıkacak acil alt yapı sorunlarının çözümü sağlanacaktır.

-Doğu, Güneydoğu, İç Anadolu ve Karadeniz gibi diğer geri kalmış bölgelerde yarım kalmış veya işletme sermayesinin azlığı sebebi ile işletmeye geçirilememiş yatırımların ekonomiye kazandırılması ve yeni yatırımların yapılması için bu bölgelerde vergi oranları düşürülecek, teşvikler arttırılarak etkin hale getirilecek ve alt yapı yatırımları hızla tamamlanacaktır.

-Ülkenin tamamında kadastro işleri hızla tamamlanacaktır.

-Köye dönüşü hızlandırıcı önlemler alınacak, bunun için gerekli finansman sağlanacaktır.

-Hazine arazisi ve temizlenecek mayınlı alanlardan uygun olanlar köylülere verilecektir. Sınırlarımızdaki mayınlı arazinin temizlenmesi milli imkânlarla yapılacaktır.

-Sınır ticareti geliştirilecek. İran, Irak, Suriye, Gürcistan ve diğer bütün komşu ülkeler ile sınır ticareti arttırılacaktır.

-Bu bölgelere, okul, öğretmen ve sağlık hizmetlerinin götürülmesine öncelik verilecektir..

-Tarım ve hayvancılık projelerine destek sağlanacaktır.

İşte Saadet Partisinin diğer görüşlerden temel farkı da bu prensiplerdir.

Biz Türkiye’nin bütünü ile kalkınmasını esas alıyoruz, bizim dışımızdaki siyasi kuruluşlar genellikle küçük bir azınlık olan Rantiye Grubuna öncelik veriyorlar. Biz herkese refahı esas alıyoruz, onlar genellikle küçük bir grubun refahına hizmet ediyorlar.

Çünkü biz Milli Görüş inancına sahibiz.

IV. 4. Özel önemi olan projelerin gerçekleştirilmesi

Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında bir kavşak ve köprü konumundadır. Bu kıtalar arasında her türlü mal ve enerji geçişi bölgemiz üzerinden olmaktadır. Bu geçişlerin büyük ölçüde ülkemize kaydırılması Milli ekonomimiz yönünden önemli olduğu gibi, nakliye masraflarının azaltılması bakımından da önemlidir. Buna ilaveten, mübadele edilen malların, ülkemizde üretilmesi mümkündür. Bu avantajların kullanılması ekonomimize çok büyük katkılar sağlayacaktır.

Türkiye aynı zamanda Asya ve Ortadoğu’daki, bol petrol ve doğal gaz gibi, enerji hammaddelerinin Avrupa’ya ulaştırılmasında da köprü konumundadır. Ayrıca ülkemiz bu konumu itibariyle de finans merkezi haline gelme potansiyeline sahiptir.

Nasıl Singapur Uzakdoğu için bir santral görevi ifa ediyor ve Uzakdoğu ile dünyanın irtibatı Singapur üzerinden kuruluyorsa, Türkiye de, Avrupa–Amerika ile Asya-Afrika arasındaki bütün ekonomik münasebetlerde Uzakdoğu’nun değil, dünyanın santrali olabilmek için her türlü imkân ve şartlara sahip bulunmaktadır. Batı, doğuya mal sevk ederken deposunu Türkiye’de kurmalı ve pek çok üretimini Türkiye’de yapmalı; Doğu da, Batıya mal sevk ederken, deposunu Türkiye’de kurmalı ve pek çok üretimi Türkiye’de yapmalıdır. Bu ekonomik şartlar, Türkiye’nin aynı zamanda Dünyanın finans merkezi olmasını gerektiren şartlardır. Onun için :

-Serbest bölgelere,

-Oto yollara,

-Hızlı trenlere,

-Büyük limanlara,

-Ucuz enerji projelerine önem vermek, öncelikli hedefimizdir.

Esasen, bu hamlelerin temel projeleri 54. Erbakan Hükümeti döneminde hazırlanmıştı.

Ülkemizin hızlı kalkınması ve güçlü bir yapıya kavuşması için Yüksek Teknolojinin ülkeye kazandırılması ve bu sahada Türkiye’nin diğer ülkelerin önüne geçmesi de sağlanacaktır.

Bu mümkündür çünkü, teknoloji, gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş olan ülkelerin önüne geçebilmesi için bir imkân ve fırsattır. Bu imkân Cenab-ı Hakk’ın insanlığa bahşettiği bir rahmettir.

İnanıyoruz ki, vatandaşımızın refahının sağlanması amacıyla, bu tip büyük projelerin hayata geçirilmesi için yeterli kaynağa sahibiz. Bu kaynaklar, vergi, zam, faiz, düşük ücret, düşük taban fiyatı, iç ve dış borç ile değil; şuurlu teşvik politikaları, israfın önlenmesi, üretim ve verimliliğin arttırılması, ithal ikamesinin sağlanması ve ihracat imkânlarının seferber edilmesi ile temin edilecektir.

IV. 5. Dış ticaret politikası

Yukarda açıklanan imkânlar kullanılarak Türkiye, bölgenin ve dünyanın ticaret merkezi haline getirilecektir.

Refahın ve ekonomik büyümenin en önemli araçlarından biri ihracattır. İhracatın ithalat rakamlarını karşılamaması neticesinde oluşan dış ticaret açığı, dışardan ek kaynak temini için borçlanma zarureti doğurmaktadır. Bu dış borçlar ve borç faizleri, halkımıza ve ekonomimize büyük bir yük getirmekte ve kalkınmamıza engel olmaktadır. Bu durumun meydana gelmemesi için, bir yandan başta D-8’ler olmak üzere, kalkınmakta olan ve sömürülen ülkelerle yeni ilişkilerin kurulmasına ve adil bir düzene sahip yeni bir dünyanın oluşturulmasına gayret gösterilirken, diğer yandan da kaliteye ve maliyetlerin düşürülmesine önem verilecek ve ihracat desteklenecektir.

Çünkü Türkiye’nin, klasik pazarlarının yanında yeni pazarlara ve yeni ürünlere de ihtiyacı vardır.

Önümüzdeki yıllarda doğu-batı ulaşım ve enerji koridorları içinde, ülkemiz ve komşularımız üzerinden milyarlarca dolarlık mal ve hizmet akışının olması beklenmektedir. Bu mal ve hizmet akışından azami istifade sağlanacak şekilde tedbirler alınacaktır.

Bu çerçevede, başta komşularımız olmak üzere, bölge ülkeleri ve diğer dünya ülkeleri ile, milli menfaatlerimize aykırı olan yapay gerginlikleri ve engellemeleri ortadan kaldırıp, her türlü işbirliğine yönelinecek; dış ticaretimizi arttırmak için gerekli düzenlemeler yapılacaktır.

İhracatı artırmak için, imalatçı firmalar ve ihracatçı kuruluşlar ile yakın işbirliği sağlanacaktır.

KOBİ’lere, ihracatlarını arttırmaları için, prototip geliştirme, bilgi, pazar temini ve finansman imkânları sağlanacaktır.

IV. 6. Esnaf ve sanatkârlar, KOBİ’ler

Toplumsal varlığımızın belkemiği olan ve helâl kazanç için bütün sermayesini ve emeğini seferber edip gece gündüz çalışan esnaf ve sanatkârlarımız, aynı zamanda ekonomimizin de can damarlarıdır. Saadet Partisi, uygulayacağı reel ekonominin tabii bir sonucu olarak, esnaf ve sanatkârlara ayrı bir önem vermektedir.

Ülkedeki üretimin ve istihdamın çok büyük bir kısmını sağlayan KOBİ’ler, toplam kredinin ancak % 5’ini kullanabilmektedirler. Bu bir haksızlıktır ve ekonominin bütününü olumsuz bir şekilde etkilemektedir.

Partimizin iktidarında, ekonomik faaliyetleri büyük ölçüde gerçekleştiren esnaf ve sanatkârları, ürettikleri katma değer ve istihdamları ile orantılı olarak, destekleyecek tedbirler alınacaktır.

IV. 7. Tarım ve hayvancılık

Ülkemiz, tarih boyunca medeniyetlere beşiklik yapmış bir bölgededir. Tarihin ilk dönemlerinde Anadolu’da tarım yapılmış, tarih boyunca “Anadolu Toprakları” üzerinde yaşayan insanları beslemiştir.

Bu gün gelinen noktada ise, uygulanan yanlış politikalar neticesinde, “Anadolu Toprakları” üzerinde yaşayan nüfusu besleyemez duruma getirilmiştir. Daha düne kadar yeryüzünde kendini besleyebilen yedi ülkeden biri olduğumuz halde, bugün tarım ürünleri ithalatımız ihracatı geçmiş durumdadır.

Ülkenin dengeli ve yeterli beslenmesi ve, herhangi bir engelleme halinde, kendi gücüyle ayakta durabilmesi için olmazsa-olmaz bir sektör olan tarım, stratejik öneme sahiptir. Topraklarımız, iklimimiz, sahip olduğumuz bitkisel çeşitlilik, su potansiyelimiz ve yetişmiş insan gücümüz en büyük güç kaynağımızdır.

Arazilerin parçalanmışlığı, toprak ıslahının yapılamamış, sulama ve drenaj gibi alt yapı yatırımlarının tamamlanamamış olması, bilimin getirdiği yeniliklerin üreticiye ulaştırılamaması, yönlendirici planlamanın yapılmaması, ürün borsalarının yeterince oluşmaması, Üretici Birliklerinin katılımcı ve üreticiye destek verecek bir anlayışla yönetilmeyişi ve amacına uygun çalışamaması, bilhassa IMF’ye terk edilmiş olan tarım politikaları ile tarımımızın ve hayvancılığımızın yok edilmesine yönelik programlar ve uygulamalar üretimi olumsuz etkilemekte ve giderek hayvancılık gibi tarım da yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış bulunmaktadır.

Tarım politikalarının IMF kontrolünden kurtarılması ve tarım arazilerinin ıslahı ve toplulaştırılması, verimliliğin artması için gereklidir. Belirli büyüklüğün altına inmiş arazilerin parçalanmasını önleyici ve arazileri birleştirmeyi özendirici tedbirler alınacaktır.

En kısa zamanda yasal alt yapı oluşturularak, tarım arazilerinin tarım dışı kullanımı engellenecektir.

Sulanabilir tarım arazilerinin sulama ve drenaj yatırımları hızla tamamlanacak, verimliliği arttıran ve toprağı koruyan sulama yöntemleri çiftçilerle birlikte uygulanacaktır.

Yer altı ve yer üstü su kaynaklarımızın tamamını kullanabilmemiz için gerekli proje ve yatırımlara öncelik verilecek, teknik ve ekonomik bakımdan sulanabilir sayılan 8,5 milyon hektarlık tarım arazisinin tamamının, makul olan en kısa sürede sulanır duruma getirilmesi sağlanacaktır. Bu cümleden olmak üzere son yıllarda yavaşlatılan GAP bir an önce tamamlanacaktır.

Borsası kurulabilen her ürün için en uygun illerde borsalar kurulacaktır. Bu borsaların dünya borsaları ile entegrasyonu sağlanacaktır.

Demokratik kurallara göre yapılanan ve çalışan ‘Üretici Birlikleri’nin önündeki engellerin kaldırılması için gerekli yasal düzenlemeler en kısa zamanda yapılacaktır.

Tarımda bilgi birikimi ve bilgi akışı sağlanacak, tarım kuruluşları, ilgili fakülteler ve üreticilerle birlikte, Yönlendirici Planlama yapılarak arz-talep dengesinin bozulmaması sağlanacaktır.

Tarım destekleri; ABD ve Batı ülkelerinde olduğu gibi, girdiler ve ürün üzerinden yapılacak ve yeterli seviyeye çıkartılacaktır.

Tarımın gelişmesini engelleyen art maksatlı kotalar kaldırılacaktır.

Tohum üretimi ve ileri teknoloji gerektiren tarım ve hayvancılık alanları desteklenecektir.

Ekolojik tarım yaygınlaştırılacak ve desteklenecektir.

Üniversite-Çiftçi işbirliği sağlanacak; tarımda eğitim, özellikle üreticilerin talepleri ve iş durumları göz önüne alınarak, sürekli hale getirilecektir.

Yem sanayii, yem bitkileri ve meraların ıslahı ve geliştirilmesi için her türlü destek sağlanacaktır.

Yok edilmiş olan hayvancılık desteklenerek yeniden ihya edilecek, ve ithalatçı konumdan ihracatçı konuma geçirilecektir.

Toprak Mahsulleri Ofisi” amacına uygun olarak çalışır hale getirilecek ve hasat zamanında çiftçinin elinden tutulacaktır.

Süt ve yem endüstrileri ile Et-Balık Kurumları günün ihtiyaçlarına uygun şekilde yeniden düzenlenecek ve yurdun bütün bölgelerine yayılacaktır.

Su ürünlerinin üretimi desteklenecektir.

IV. 8. Enerji

Enerji günlük hayatımızın, iktisadi ve sosyal faaliyetlerin temel ihtiyaçlarındandır. Bu bakımdan enerjinin kalitesi, maliyeti, yeterliliği ve devamlılığı öncelikle teminat altına alınacaktır. Ekonomi bölümünde belirtilen “Yeniden Büyük Türkiye” hedefleri için büyük miktarda enerjiye ihtiyaç vardır. Bunun için enerji yatırımları ihtiyaca cevap verecek düzeye getirilecektir.

Türkiye’nin sürdürülebilir bir kalkınmayı gerçekleştirebilmesi, doğru, tutarlı ve milli bir enerji politikasını uygulamasına bağlıdır. Enerjide kaynak çeşitliliğini sağlayacak önemli projeler hayata geçirilecektir.

Yıllardır engellenmiş olan nükleer teknolojinin ülkemize kazandırılması ve nükleer enerjinin milletimizin hizmetine sunulması sağlanacaktır.

Enerjide dışa bağımlılığı asgari seviyede tutmak için öncelikle yerli kaynaklar değerlendirilecektir. Derelere kadar hidrolik enerji imkânlarının, kömür yataklarının, rüzgâr, güneş ve jeo-termal enerji kaynaklarının değerlendirilmesi için çalışmalar hızlandırılacak, yatırım ve işletmeler desteklenecektir.

Komşu ve bölge ülkeleri ile enerji üretim ve iletim sahalarında işbirliğine gidilerek elektrik, doğalgaz ve petrol iletim hatlarında bağlantı kurulması sağlanacaktır.

Ülkemiz zengin petrol ve doğalgaz yataklarının bulunduğu bir bölgede olmasına rağmen, yeterli üretim yapılamamaktadır. Petrol ve doğalgaz üretimimizi artırmak için yurt içi ve yurt dışı sahalarda arama ve işletme faaliyetleri hızlandırılacaktır.

Enerji sahasında araştırma-geliştirme çalışmaları ve enerji tesislerinin makine ve teçhizat imalatı desteklenecektir.

Enerji üretimi ve dağıtımı özel sektör ve kamu yatırımları vasıtasıyla karşılanacaktır. Rekabet ortamı içerisinde ucuz ve temiz enerji arzı sağlanacaktır.

Petrol ürünlerinin dağıtımında, boru hatları inşası da alternatif olarak değerlendirilerek, uygun yerlerde tanker taşımacılığı boru hatları ile ikame edilecek, bu sayede tasarruf ve güvenlik sağlanacaktır.

Doğal gaz, ısınmada ve sanayide, zaruri bir ihtiyaç maddesi haline gelmiştir. Sanayide maliyeti ve kaliteyi etkilemektedir. Bu bakımdan bütün illere ve ilçelere doğal gaz ulaştıracak boru şebekeleri en kısa zamanda inşa edilecektir.

Doğalgazın en ucuz şekilde kullanıcısına ulaştırılabilmesi için, başta D-8’ler olmak üzere, bütün doğalgaz üreten ülkelerle, karşılıklı menfaatlere dayanacak şekilde anlaşmalar yapılacak ve mevcut anlaşmalar bu hususlar dikkate alınarak yenilenecektir.

Elektrik enerjisi iletim ve dağıtım hatlarında yenileme yatırımlarına öncelik verilerek kayıp ve kaçakların önüne geçilecektir.

IV. 9. Ulaşım ve Haberleşme

Gelişme ve Kalkınmanın vazgeçilmez gereklerinden birisi de yeterli, etkin ve güvenli bir ulaşım ve haberleşme ağına sahip olmaktır.

Bu sebeple, mutlu insanların yaşadığı, geleceğin güçlü “Yeniden Büyük Türkiye”sini kurmak için, yeterli, etkin ve güvenli bir ulaşım ve haberleşme ağına ihtiyaç vardır.

Ulaştırma ve haberleşme hizmetlerinin mükemmelleştirilmesi hedefimizdir. Sanayinin yurt sathına yayılmasında ve bölgesel gelişmişlik farkının asgariye indirilmesinde en etkin alt yapının, kaliteli, yaygın ve güvenli bir ulaştırma ve haberleşme ağı olduğuna inanıyoruz. Bunun için bütün ulaştırma imkânlarının ekonomik ve dengeli bir tarzda yurt sathına yayılmasına öncelik verilecektir

Hazırlanacak ulaştırma mastır plânı ile karayolu, demiryolu, denizyolu ve havayolu ulaştırmasının, yatırım ve işletme maliyeti dikkate alınarak, ihtiyaca göre, dağılımı sağlanacaktır.

Demiryolu taşımacılığının hızlı, dakik, emniyetli ve ucuz olması dikkate alınarak, son elli yıldır ihmal edilen demiryolu ve denizyolu ulaşımı yeniden ele alınacak, yük ve yolcu naklinde demiryolu ve denizyolunun ağırlığı arttırılacaktır.

Üretim ve tüketim merkezleri ile limanlar ve komşu ülkeler arasında güvenli ve hızlı demiryolu ve denizyolu taşımacılığı geliştirilecektir. Bu şekilde nakliye maliyetleri düşürüleceği gibi karayolu trafiğini azaltarak yol güvenliğine de yardımcı olunacaktır.

Asya-Avrupa, Ortadoğu-Avrupa otoyol ve demiryolu bağlantıları geliştirilecektir.

İlçe, belde ve köy yollarının standartları yükseltilecek ve iller arası yollar çift yol haline getirilecektir.

Ulaşım sektörü için gerekli olan araç, makine ve teçhizatın yurtiçi imalatı desteklenecektir.

Haberleşme stratejik önemi olan bir sektördür. Bu sebeple, kaliteli ve güvenli olması, ihmal edilmesi mümkün olmayan bir gereksinimdir. Bazı ülkelerde ortaya çıkan skandallar bu sahanın milli kalmasındaki gerekliliği açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu sebeple bu sektör milli hale getirilecektir.

IV. 10.Milli Savunma Sanayii

Savunma sanayiinde, dışa bağımlılığın azaltılabilmesi için gerekli orta ve uzun vadeli programlar hazırlanarak, ihracat potansiyeline ve dünya piyasalarında rekabet gücüne sahip, teknolojik bakımdan bütün diğer ülkelerin önüne geçecek, dost ve müttefik ülkelerle (D-8 ülkeleri gibi) dengeli işbirliğini mümkün kılan, bir Milli Savunma Sanayiinin oluşturulması ana hedefimizdir.

Bu anlayışla, müttefik ülkelerle uyumlu, kendi silah sistemlerimizin oluşturulması sağlanacak, ülkemiz dışa bağımlılıktan kurtarılacaktır.

Savunmamız için gerekli silah ve teçhizat ihtiyacı, orta ve uzun vadeli olarak belirlenerek milli savunma sanayiinin hazırlık yapmasına ve ihtiyaçların yerli kaynaklardan karşılanmasına özen gösterilecektir.

Savunma silah ve teçhizatının iç ve dış tedariki ve ihracatı tek merkezden yönetilecektir.

V. DIŞ POLİTİKA

V. 1. Genel değerlendirme

Öncelikle şu hususu ifade etmeliyiz ki, Saadet Partisi olarak bizim amacımız yeryüzünde yaşayan bütün insanların mutluluğudur. Biz, bütün insanlığın huzur ve barış içinde yaşamasını istiyoruz.

Bu amaca ulaşılması için, hakka dayalı âdil bir uluslararası düzenin kurulması gerekmektedir. Bizler, zengin tarihî mirası ve stratejik coğrafyasıyla Türkiye’nin âdil bir uluslararası düzenin kurulmasına öncülük edecek tarihî tecrübeye ve sağlam değerlere sahip olduğuna inanıyoruz.

İnsanlık âlemi geçen asırda milyonlarca insanın öldüğü iki dünya savaşına ve bunların ardından gelen soğuk savaş döneminin acı ve sıkıntılarına şahit oldu. Teknolojik gelişmelerin sağladığı bunca imkâna rağmen, kaynakların gayri adil ve dengesiz kullanılması sonucunda, insanoğlu 20. yüzyılda da, yoksulluklar ve açlıkların yanında suçların artışı, aile yapısının bozulması, çevre felâketleri gibi sayısız problemle boğuştu, bunaldı, hayal kırıklığına uğradı.Bir türlü beklediği ve özlediği âdil esaslara dayalı, huzur ve barış dünyasına kavuşamadı.

Yeni teknolojik gelişmelerle ve özellikle iletişim devrimiyle, şimdi gözler, ümitler ve özlemler 21. yüzyıla çevrilmiş durumdadır. Düşünceden bilime, teknolojiden ekonomiye, toplumsal ilişkilerden siyasete dünya adeta yeniden kuruluyor, yeniden yapılanıyor. Maalesef bu yapılanma, hak ve adalete göre değil, silah gücünü ellerinde bulunduranların çıkarlarını korumaya yönelik ve ırkçı emperyalizmin asırlardan beri düşlediği, herkesi kendisine köle yapmayı hedef alan ve neticede kan–gözyaşı ve ızdıraptan başka bir şey getirmeyecek olan bir yapılanmadır. Hâlbuki insanlığın, hakkı üstün tutan, daha âdil, daha insancıl ve daha uygar bir dünya özlemi ve arayışı devam ediyor. Ne var ki, dünya ekonomisi ve siyasetinde oluşan yeni dengeler, kuşku ve endişeleri de beraberinde getiriyor.

Nitekim, ABD tarafından uygulanmasına başlanan “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) bölgedeki bütün ülkeleri tehdit ve tedirgin ediyor.

V. 2. Dünyada ve Bölgemizdeki Tehditler

Balkanlardaki istikrarsızlık giderilmiş değildir. Kafkaslarda da çözüm sağlanamamıştır. Çeçenistan ve bölgenin diğer sorunları halen devam etmektedir. Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümü halen Ermenistan’ın işgali altındadır.

Ege ve Kıbrıs sorunu çözülmüş değildir. Hatta Kıbrıs kaybedilmek üzeredir.

AB’nin Türkiye’den yeni azınlık tanımı ve suların yönetimi ile ilgili, ülke birliği ve beraberliğini bozacak taleplerine ilaveten, artan siyasi amaçlı misyonerlik faaliyetleri, ülkemiz için ciddî tehdit oluşturmaktadır.

“Yeni Dünya Düzeni”, “Tek Kutuplu Dünya”, “Küreselleşme”, “Medeniyetler Çatışması” , “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” gibi tezler ve, adeta bu tezlere gerekçe oluşturan, arka planı karanlık, “Terör” tanımlaması; maalesef 21. yüzyılda da, insanlık için çok büyük tehdit ve tehlikelerin habercisi olmaktadır.

Afganistan’daki haksız işgal devam etmektedir. Türkiye’nin üzerine düşen görev, bu haksız işgale destek vermek değil, bu bölgenin bağımsızlığına ve işgalden kurtulmasına yardımcı olmaktır.

ABD ve müttefiklerinin, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” adı altında, İslam dünyasına karşı sürdürdükleri kanlı işgal politikaları dünya barışını çok ağır bir şekilde tehdit etmektedir. Aynı şekilde, İsrail’in, yetmişten fazla Birleşmiş Milletler kararına rağmen, sürdürdüğü saldırganlık, soykırım ve genişleme politikası bölge ve dünya barışı için sürekli ve açık bir tehdit oluşturmaktadır.

ABD ve müttefiklerinin, Irak’ı haksız işgalleri ve işgalden sonra her türlü uluslar arası anlaşmayı hiçe sayarak yaptıkları insanlık dışı uygulamalar, Irak’ta kışkırtmaya çalıştıkları etnik ve mezhep tabanlı çatışmalar ve yapılanmalar, bölge ve dünya barışını tehdit etmektedir. Irak’a getirilen hürriyet ve demokrasi değil, Ebu Gureyb vahşetinin çığlıklarıdır.

Irak’tan sonra, sun’i gerekçelerle, İran’a ve diğer bölge ülkelerine karşı uygulanmaya çalışılan saldırgan politikalar da, bölge ve dünya barışı için çok büyük tehdittir.

Bu tür haksız saldırılar için bir savunma paktı olan NATO’nun kullanılmaya çalışılmasına karşıyız. Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerine zarar verecek bu tür uygulamalara karşı, barışı korumak için elimizden geleni yapacağız.

Dünya ve bölge barışı üzerindeki bu tehditler elbetteki Türkiye için de geçerlidir. Bu tehditlere karşı Türkiye, bölge ve dünya devletleri ile işbirliği içerisinde, gerekli tedbirleri almak zorundadır.

Bu bağlamda, âdil temellere dayanılarak kurulacak olan yeni dünyada, huzur ve barışın sağlanması için, yeni bir savunma paktının kurulması gerektiğine inanmaktayız.

21. yüzyılda barışın tesis edilebilmesi ve âdil bir uluslararası düzenin kurulabilmesi için, insanlığa acıyı, savaşları, yoksulluğu ve çevre felaketlerini yaşatan 20. yüzyılı çok iyi tahlil etmek zorundayız.

V. 3. Yirminci Yüzyıldan Alacağımız Dersler

1- Alacağımız ilk ders, materyalizmin insanlık âlemine mutluluk getirmediği gerçeği ve maneviyatçılığa dönme ihtiyacıdır.

20. yüzyılın baskıcı rejimleri, "Kuvvetlinin zayıfı yok etmesi doğanın temel yasasıdır; tekâmül için bir düşmanın olması ve onunla devamlı mücadele edilmesi gerekir." teorisine dayanmışlardır.

Bu maddeci görüşü benimseyen rejimler, bu kuralı uygulayarak insanlığa büyük acılar çektirmişlerdir. Artık temeli düşmanlık ve savaş olan bu zihniyet, yerini temeli şefkat, barış, sevgi, huzur ve kardeşlik olan yeni anlayışa bırakmalıdır.

2- Dünyanın huzuru için çatışma değil diyalog esas alınmalıdır.

Huzur, barış ve mutluluğa giden yol, samimi işbirliği ve dayanışmadan geçer. Bu da ancak diyalogla olur. Bu diyalog, teslimiyetçi ve kendi değerlerimizi terk etme mantığı ile değil, birbirimizi, anlama ve Batıya yanlışlıklarını anlatma mantığı ile yapılmalıdır.

3-Uluslararası ilişkilerde çifte standart değil adalet esas alınmalıdır.

Soğuk savaş döneminde maalesef, insan hakları, özgürlükler, demokrasi gibi kavramlar daha çok propaganda amacıyla kullanılmış, çifte standartlar hiç eksik olmamıştır. Kendi ülkelerinde insan hakları ve özgürlüklere sahip çıkan, dünyaya yön verme peşinde olan birçok ülke, çıkarları için baskıcı rejimlerle işbirliği yapmışlardır.

Soğuk savaş sonrası ortaya atılan “medeniyetler çatışması” tezi de, milletleri birlikte yaşama yerine çatışmaya sevk etmiştir.

Bugün yeni bir dünya kurulacak ve bu dünya hakka ve adalete dayalı olacaksa, çifte standartlar terk edilmeli, insan hakları ve özgürlüklerin herkes için gerekli olduğu kabul edilmelidir.

4- Tekebbürden, üstünlük iddiasından vazgeçilmeli, uluslararası ilişkilerde eşitlik esas olmalıdır.

İki kutuplu sistemin dağılmasından sonra oluşan “Yeni Dünya Sistemi”nin küresel hâkimiyet mücadelesini bitireceğine dair iyimser havalar çoktan dağılmıştır. Kısa zamanda görülmüştür ki, hegemonya mücadelesi devam etmektedir

Bu durum da uluslararası ilişkilerde hâlâ eşitsizliklerin hâkim olduğunu göstermektedir. Adil bir uluslararası düzenin kurulabilmesi için bunun terk edilmesi gerekmektedir.

5- Sömürü yerine âdil paylaşım ve işbirliği esas alınmalıdır.

20. yüzyıla sömürü ve dünyayı paylaşma yüzyılı dersek yanlış olmaz. Milyonlarca insanın ölümü ve sakat kalması ile sonuçlanan savaşların temelinde sömürü vardır.

Irkçı emperyalizmin bütün dünyayı kendisine köle yapmak için kullandığı en önemli vasıta, faizci kapitalist nizamdır. Bu nizam sayesinde ufak bir emperyalist azınlık bütün insanlığı sömürmektedir. Bu uygulama, ister istemez sonunda daha büyük sosyal patlamaları ve savaşları kaçınılmaz kılacaktır.

Sömürgecilikle dünyanın zenginlikleri gelişmiş ülkelere akmış; zenginler daha zengin, fakir ülkeler ise daha fakir hale gelmiştir. Bugün gelişmiş kuzey ülkeleri ile gelişmekte olan ve geri kalmış güney ülkeleri arasında gelir dağılımı ve yaşama standardı açısından derin uçurumlar oluşmuştur. Gelişmekte olan ekonomiler borç yükleri altında ezilmiş, borçlarının faizlerini bile ödeyemez duruma gelmişlerdir.

Bu durumdan, sadece fakir güney ülkeleri değil, gelişmiş olan ülkeler de rahatsız olmaya başlamışlardır. Sorun sadece borç ve faizlerin ödenememesi değildir. Bugün, refah ve özgürlük isteyen güney ülkelerinin insanlarının, gelişmiş batılı ülkelere akın etmeleri sonucunda Batıda göçmen sorunu ortaya çıkmıştır. Böylece bu asırda dünyanın en ciddi sorunlarından birini göçmenler sorunu oluşturmaktadır.

Yirminci yüzyılın sömürü araçlarından biri de gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere verdikleri yüksek faizli borçlardır. Bu şekilde ülkeler arası gelir dağılımı daha da bozulmuştur. Şimdi fakir ülkeler borçlarının faizlerini dahi ödeyemez hale gelmişlerdir

Bütün bu sorunlar sömürü ile değil ancak samimi bir işbirliği ile aşılabilir.

6- Baskı, totalitarizm ve faşizm insanlara acı ve gözyaşı getirmiştir; insanlığın mutluluğu için, insan hakları ve özgürlüklerin tüm dünyaya yayılması gerekmektedir.

Yirminci yüzyılda yayınlanan insan hakları ve özgürlük sözleşmeleri, 21. yüzyılda bütün dünyada, daha da geliştirilerek hayata geçirilmelidir. Maalesef 20. yüzyılda insanlık bu konuda iyi sınav verememiştir; yakın tarih insan hakları ihlalleri ile doludur.

İşte 20. yüzyılda insanlık, ifsat edici bütün sistemleri ve rejimleri deneyip bunların hiçbirinin insanlığa saadet getirmediğini açıkça görmüştür. Bu tecrübenin doğal neticesi, göz yaşı ve hüsran olmuştur.

Saadet Partisi, tüm insanlığa saadet getirecek adil bir uluslararası sistemin kurulması için şu prensiplerin zorunlu olduğuna inanmaktadır:

1. Savaş değil, barış!

2. Çatışma değil, diyalog!

3. Çifte standart değil, adalet!

4. Üstünlük değil, eşitlik!

5. Sömürü değil, adil paylaşım ve işbirliği!

6.Baskı ve tahakküm değil, İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi.

Esasen bu açıklanan sebeplerden dolayıdır ki, D-8’lerin bayrağında bu temel prensiplere işaret etmek üzere 6 tane yıldız bulunmaktadır.

Biz bu prensiplere dayanan bir barış ve saadet dünyasının kurulmasında, Türkiye’nin öncülük yapacağına inanmaktayız. Bu açıdan Türkiye, tarihi ve coğrafyası ile, büyük imkânlara sahip olduğu gibi, aynı zamanda bütün insanlığın saadeti için gerekli olan bu büyük sorumluluğu da taşımaktadır.

V. 4. Türkiye’nin önemi

Zengin tarihi mirasının yanında Türkiye, dünyanın merkezinde, üç kıtanın birleştiği yerde, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu gibi dünyanın en sorunlu bölgelerine komşu; ama aynı zamanda enerji ve ticari yolların kavşak noktasında, çok önemli bir konumda bulunmaktadır.

Türkiye, tarihte olduğu gibi, bu müstesna jeopolitik konumunun yanında, genç, dinamik ve yetişmiş insan gücü ve tabii kaynakları ile dünyanın ilgi odağı olmaya devam eden bir ülkedir.

Partimiz, barış, diyalog, adalet, eşitlik, işbirliği ve insan hakları, özgürlükler ve demokrasi ilkelerine dayanan politikalarla Türkiye’nin bu potansiyellerini insanlığın saadeti için kullanmakta kararlıdır. Bu suretle:

-Türkiye, batılı ülkelerle gireceği dengeli ilişkilerle; refahın yanında özellikle barış, insan hakları ve demokrasi gibi değerlerin tüm dünyada gelişmesine katkıda bulunacaktır.

-Türkiye, kuzeyinde yer alan “Karadeniz Ekonomik İş Birliği” (KEIB) ülkeleriyle, başta ekonomi olmak üzere, her sahada işbirliğini geliştirmesi ve yukarıdaki ilkelerin bu ülkelerce de benimsenmesine yardımcı olması suretiyle, adil bir uluslararası sistemin kurulmasına önemli katkılarda bulunacaktır.

-Türkiye, doğusunda bulunan tarihi, manevî ve soydaşlık bağlarıyla bağlı olduğu Türk Cumhuriyetleri ile de her türlü ilişkileri en ileri düzeye taşıyarak, bu kardeş ülkelerin kurulacak adil uluslararası sisteme dahil olmalarına ve katkıda bulunmalarına yardımcı olacaktır.

-Türkiye, aynı şekilde, doğu ve güneyindeki tarihî ve manevî bağlarla bağlı olduğu Müslüman ülkelerle de, her sahada en ileri derecede işbirliği içinde olmak suretiyle, yoksulluğun kalkması, dünya barışı ve âdil uluslar arası ilişkilere katkıda bulunacaktır.

-Yeni bir dünyanın çekirdek kuruluşu olan D-8 atılımı çerçevesinde, kalkınmakta olan ülkeler arasında en ileri derecede yardımlaşma ve işbirliğinin sağlanması kurulacak âdil uluslararası sistemin tesisi için ilk adım olacaktır.

İşte bu tarihî ve coğrafi şartlar, Türkiye’ye yeni bir dünyanın kurulmasına öncülük etme görevini yüklemektedir. Bundan dolayı Türk dış politikasının bu amaçlara göre yürütülmesi, Türkiye’nin bütün ülkelerle ilişkilerini işbirliği ve yardımlaşma anlayışı ile en ileri derecede gerçekleştirmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin geliştireceği esnek ve çok alternatifli stratejilerle, jeopolitik imkânlarını, uluslararası ekonomik, siyasi ve güvenlik ilişkilerinde dinamik bir şekilde kullanması bir zorunluluktur. Eğer, dinamizmin yoğun temposu yerine, statükoculuğun kolaycılığını tercih eden ve lider ülke olma yerine uydu olmaya razı olan dış politika geleneğinde ısrar edilirse, bırakın jeopolitik konumumuzu, tarihî ve manevi zenginliklerimizi küresel etkinliklere dönüştürmeyi, sınırlarımızı korumak bile tehlikeye girecektir.

Unutulmamalıdır ki, soğuk savaşta Türkiye’nin bütünlüğünü, Sovyetlerin sıcak denizlere inmesinin önünde bir engel olduğu için destekleyenler, şimdi Türkiye’nin Ortadoğu’daki su-petrol dengesine dayalı jeo-ekonomik etkinliğini ve adil yeni bir dünyaya öncülük yapmasını çıkarları için zararlı görmektedirler ve bu sebeple bugünkü sınırların değişmesini isteyebilirler.

Ayrıca Yugoslavya ve Karabağ krizlerinde de görülmüştür ki, uluslararası güvenlik şemsiyeleri artık sınırların garantisi değildir; yine Doğu Türkistan, Bosna ve Çeçenistan’dan sonra Afganistan ve Irak’ta da görüyoruz ki, “evrensel insani değerlere” kimse itibar etmemektedir.

Açıktır ki Türkiye, ortaya çıkan yeni uluslararası konjonktürü ve burada üsleneceği konumunu ciddi bir şekilde yeniden değerlendirmek zorundadır. Uluslararası konumun yeniden değerlendirilmesi, ülke-içi kültürel, siyasi ve ekonomik parametrelerin de göz önüne alındığı bir yenilenme süreci ile uyumlu olmalıdır. Kendini tanımlamakta bile güçlük çeken bir toplumun, uluslararası strateji oluşturmada siyasi bir irade ortaya koyabilmesi mümkün değildir.

Bizim diğer siyasi partilerden temel bir farkımız da bu anlayışta yatmaktadır. Diğerleri, bilerek veya bilmeyerek Türkiye’nin sıradan bir ülke olmasını hedef aldıkları halde, biz, Türkiye’nin özellikleri dolayısıyla, yeryüzünde huzur, barış ve bütün insanlığın saadeti için özel hizmetler yapmak zorunda olduğunu bilmekte ve Türkiye’nin kendisine saygı ve sevgi duyulan “Yaşanabilir Bir Türkiye“, “Yeniden Büyük Türkiye” ve “Yeni Bir Dünya” kurulmasına öncülük yapması gerektiğine inanmaktayız

Bundan dolayıdır ki, Milli Görüş’ü temsil eden Saadet Partisinin, bir an evvel iktidara gelmesi Türkiye için hayati bir önem taşımaktadır.

.

V. 4. 1. Türkiye’nin Karşı karşıya Bulunduğu Tehditler

Doğru bir tedavi için doğru bir teşhis ön şarttır. Bu teşhisi hakiki manasıyla yapabilmek için, emperyalist dış güçlerin işbirlikçi yönetimleri kullanarak attıkları adımları dikkatli bir şekilde takip etmek ve değerlendirmek gerekmektedir.

Ne görüyoruz:

Batı ile entegrasyon için yürütülen politikalar, ülkemizi altından kalkılması her geçen gün daha da zorlaşan tehlikelere sürüklemiştir.

Kıbrıs bir hiç uğruna feda edilmektedir. Çok büyük stratejik önemi olan bu adada uluslar arası anlaşmalarla sağlanan haklarımızdan vazgeçilmektedir.

Ermeni soykırımı iddiaları, müttefik kabul edilen ülkelerce, kabul görmektedir. Bu gidiş Türkiye’yi tazminat ödemeye ve toprak tavizine zorlar bir mahiyet kazanmaktadır.

Dicle ve Fırat havzalarının uluslar arası bir yönetime devredilmesinin gündeme getirilmesine bugünkü Hükümet tepkisiz kalmıştır.

Ege’de Yunanistan’la olan, karasularının 12 mile çıkartılması ve FIR hattı ihtilaflarımız, Yunanistan’ın lehine gelişme göstermektedir ki, bu Ege Denizini bir Yunan gölü haline getirir.

Karadeniz bölgesinde bir Rum Pontus devleti söylemi adım adım gündeme sokulmaktadır.

Fener Rum Patriğine ‘Ekümenik Statü’ tanınması neredeyse döfakto kabul edilir bir duruma gelmiş, misyonerlik faaliyetleri siyasi bir olgu içinde hız kazanmıştır. Buna mukabil Müslüman halkın inancını öğrenme ve yasama konusundaki engeller hâlâ devam etmektedir.

Medeniyetler arası diyalog, Dinler arası diyalog söylemleri ile yürütülen çalışmalar, tek taraflı işlemekte, kendi sağlam değerlerimiz sulandırılmakta, hatta terk edilmektedir.

Türkiye IMF dayatmaları, serbest Pazar ekonomisi aldatmaları, borçlar, yanlış özelleştirme politikaları ile ekonomik bir esarete sürüklenmektedir. Tarım, Sanayi, Ticaret, Bankacılık, haberleşme sektörleri bütünüyle ırkçı emperyalist sermayeye terk edilmiştir.

Bunlara şimdi bir de yeni azınlık anlayışı eklenerek iç çekişmelere zemin hazırlanmaktadır.

Bütün bunlar birer münferit olay olmayıp, ırkçı emperyalizmin plân ve hedeflerinin uygulanması maksadıyla, yine onlar tarafından tanzim edilerek yürütülen olaylardır.

Ne istiyorlar:

1990 yılında Komünizmin iflası ve Sovyetlerin dağılmasından sonra tek kutuplu bir dünya meydana gelince ve bu kutbu ABD temsil etmeye başlayınca, ırkçı emperyalistler, asırlardan beri bekledikleri Büyük İsrail ve dünya hâkimiyeti inançlarının gerçekleşmesi için artık vaktin geldiğine karar verdiler, kontrolü altında tuttukları ABD yönetimi vasıtasıyla bunu gerçekleştirmek için adım adım planlarını uygulamaktadırlar.

Yeryüzünün her tarafında, Filistin’deki uygulamalarda görüldüğü gibi, insanları şiddet kullanarak esir ve köle etmek isteyen ırkçı emperyalizmin bu gayelerini, tarih boyunca, Selçuklular ve Osmanlılar önlemişti. İslam âlemi bu maksatla yapılan 18 Haçlı seferini geri püskürterek yeryüzünde huzur ve barışı korumuştu.

Bu gerçekleri çok iyi bilen ırkçı emperyalizm, bugün dünya planlarını uygularken, asıl hedefleri olan Türkiye’yi “İşsiz, aç, borca esir ve dininden uzaklaşmış” bir ülke haline getirmeye büyük önem vermektedirler. Türkiye’deki yönetim de, maalesef iktidarda kalabilmek için, bu dış güçlerin desteğini her şeyden önemli gördükleri için, onlardan gelen her teklifi kabul etmekte, böylece Türkiye hızla “yumuşak lokma” olmaya sürüklenmektedir.

Bundan dolayıdır ki, Türkiye’de hiç vakit geçirmeden, Milli Görüş’ün iktidara getirilmesi ve şahsiyetli bir dış politika izlenerek “Uydu değil, lider Ülke” uygulamasıyla kurtarılması kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.

Saadet Partisinin takip edeceği şahsiyetli dış politikanın, ve dış politikada “Uydu değil, lider Ülke” uygulamasının temel esasları aşağıda özetlenmiştir.

V. 4. 2. Türkiye’nin batı ile ilişkileri

Avrupa Birliği:

Özellikle AB’nin, tam üyelik süreciyle birlikte, son yıllarda, ülkemize, milletimize ve milletimizin sahip olduğu değerlere karşı sergilemekte olduğu kabul edilemez tutum ve davranışlar, AB’yi oluşturan zihniyetin insan hakları, inanç özgürlüğü, inanca saygı, çoğulculuk ve farklı medeniyet mensupları ile birlikte yaşama konularında yeterince gelişmiş bir düzeyde olmadığını ortaya koymuştur. Batılı ülkelerin hâlâ eski emperyalist ve sömürgeci alışkanlıklarından kurtulamadıkları ortadadır.

Bu şartlar altında Saadet Partisi olarak Türkiye’nin AB’ye üye olmasına karşıyız.

Çünkü, AB’ye tam üyelik, Türkiye’nin bağımsızlığından vazgeçmesi, kendisini Batı kültür ve medeniyetine teslim etmesi, onları yönlendiren ırkçı emperyalizmin plân ve hedeflerinin gerçekleşmesi için adım adım parçalanıp yok olmaya götürülmesi manasını taşımaktadır. Zira 1990’da Komünizmin iflâs edip, Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan tek kutuplu dünyada, ırkçı emperyalizmin etkisi artmış ve AB bunların plân ve gayelerine hizmet eden bir topluluk haline dönüşmüştür.

Bu gerçekler dolayısıyladır ki, AB ye tam üyelik yerine, eşit koşullarda karşılıklı ikili ilişkiler içinde olmayı doğru buluyoruz. Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin, tüm uluslararası ilişkilerimizde olduğu gibi, barış, diyalog, adalet ve eşitlik çerçevesinde yürütülmesinden yanayız.

Zira Türkiye’nin âdil bir düzene sahip, yeni bir barış dünyasının kurulmasında öncülük yapmasının engellenmesi, sadece Türkiye için değil, aynı zamanda AB ve bütün insanlık için, telafisi mümkün olmayan bir kayıp demektir.

Türkiye – ABD İlişkileri:

ABD ile barış, diyalog, adalet ve eşitlik çerçevesinde, ilişkilerimizin sürdürülmesini istiyoruz. ABD, kendi halkının muhalefetine rağmen, ısrarla yürütmeğe çalıştığı bölge ve dünya barışını tehdit eden yeni savunma konseptini tekrar gözden geçirmelidir. ABD’den, Afganistan ve Irak’taki işgale derhal son vermesini, sorunları barış, diyalog, adalet ve eşitlik çerçevesinde çözmeye çalışmasını ve Büyük Ortadoğu Projesinden vazgeçmesini bekliyoruz.

V. 4. 3. Karadeniz Ekonomik İş Birliği (KEİB)

Karadeniz havzasındaki ülkelerin ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi ve teşkilat içinde Türkiye'nin etkinliğinin artırılmasına gayret edilecektir. Üye ülkelerle ticaret hacmimizin artırılması ve karşılıklı yatırımların yapılması teşvik edilecektir.

Karadeniz havzasının bir barış ve işbirliği havzası haline gelmesi için Türkiye üzerine düşeni yapacaktır. Bu kapsamda Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin burada savaş gemileri bulundurmasına karşıyız.

V. 4. 4. Türk Cumhuriyetleri ile işbirliği

Tarih, kültür ve manevi bağlarla bağlı olduğumuz kardeş Türk Cumhuriyetleri ile, temel ilkeler çerçevesinde, en ileri örnek ilişkilerin tesis edilmesini istiyoruz. Bunun için gerek ikili, gerekse müşterek üye olduğumuz kuruluşlar içindeki ilişkilerimizi geliştireceğiz. Ekonomik ve kültürel olarak yeni ve ileri işbirliği imkânlarını araştıracağız.

V. 4. 5. İslam Konferansı Örgütü(İKÖ)

Türkiye İslâm Konferansı örgütünün güvenilir bir üyesi olarak, üye ülkelerle daha yakın ekonomik ve kültürel ilişki içerisinde olacaktır. Bu ilişkiler, karşılıklı yararımıza olacak şekilde, en üst düzeye getirilecektir.

Uygulanan çifte standartların ortadan kaldırılması ve her türlü haksızlığın önlenebilmesi için, İKÖ’nün çok daha etkin bir hale getirilmesi konusunda Türkiye’ye önemli görevler düşmektedir. İnanıyoruz ki bu konuda her türlü önlemin alınması ve çabanın gösterilmesi, sadece 1.5 milyarlık İslam dünyasının huzur ve barışını sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda dünya barışına ve âdil bir uluslararası sistemin kurulmasına da önemli katkılar yapacaktır.

Bu çerçevede, Türkiye’nin öncülüğünde faaliyet gösteren “İslam Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Daimi Komitesi” (İSEDAK)’ın daha etkin, şuurlu ve verimli çalışmasını sağlayacağız.

V. 4. 6. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (ECO)

Genellikle tarihi ve kültürel bağlarımızın bulunduğu ülkelerin üye olduğu ECO’ ya ayrı bir önem veriyoruz. Yukarıda belirttiğimiz ilkeler ışığında ECO üyesi ülkelerle kültürel, ekonomik, altyapı, teknolojik ve diğer alanlarda işbirliğinin geliştirilmesi için her türlü gayret gösterilecektir.

V. 4. 7. “D-8 Atılımı

Türkiye 15 Ağustos 1997'de imzalanan D-8'lerin kurulmasına öncülük etti. Türkiye bunu, huzur, barış ve mutluluğun hakim olduğu “yeni bir dünyanın” kurulabilmesinin, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin katkılarıyla daha kolay gerçekleşebileceği inancıyla yaptı.

D-8'lerin kuruluşunu, 20. yüzyılda insanların çektiği acılardan sonra, yukarda izah edilen altı temel ilke üzerine, yeni bir dünyanın kurulması için, 21. yüzyıla tutulmuş bir ışık olarak görmekteyiz.

Ülkeler arasında ki sorunların çözümü ve yeni bir dünyanın kurulmasında yukarıda açıkladığımız altı esas, yeni bir ruh, yeni bir heyecan getirecektir. Ümit ediyoruz ki; 5 milyar toplam nüfuslu gelişmekte olan 150 ülke adına D-8’ler ile 1 milyar toplam nüfuslu 30 gelişmiş ülke adına G-8’lerin, bir yuvarlak masa etrafında bir araya gelerek, “II. Yalta Konferansı”nı yapmaları ve böylece barış, diyalog, adalet, eşitlik, işbirliği, insan hakları ve demokrasi ilkeleri çerçevesinde sorunları çözüme kavuşturup, özlenen, âdil uluslararası sistemi birlikte kurmaları ancak bu samimi çabalarla mümkün olacaktır.

V. 4. 8. Komşularımızla İlişkilerimiz

Dış güçlerin etkileriyle, milli menfaatlerimize aykırı olarak, yapay sebeplerden dolayı komşularımızla ilişkilerimizi gerginleştirmeyi tamamen yanlış bir davranış olarak görüyoruz.

Aksine, bütün komşularımızla, her alanda en ileri ilişkilerin kurulmasından yanayız. Mevcut sorunların bu ilişkiler sayesinde en iyi şekilde çözümleneceğine inanıyoruz.

V. 5. Türkiye BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi Olmalıdır.

Prensip olarak, Birleşmiş Milletler içinde ayrıcalığı olan bir “Güvenlik Konseyi”ne karşıyız. Ancak, bu durum düzeltilene kadar, yukarıda açıklanan tarihi ve coğrafi nedenlerle, Türkiye’nin, BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olmasının gerekliliğine inanıyoruz.

Tüm insanlığın saadetini amaç edinmiş olan partimiz, ülkemizin, her ülke ile hakkı üstün tutan adil işbirliğine dayanan ilişkiler kurması ve bu ilişkileri geliştirmesi için gayret gösterecektir.

VI. SONUÇ

Bu program, partimizin diğer partilerden farkını açıkça ortaya koymaktadır. Saadet Partisi’nin hareket noktası şefkat ve sevgidir; amacı, öncelikle ülkemizin bütün evlatları olmak üzere tüm insanlığın saadetidir. İnancımız odur ki, saadete ancak programımızın temel ilkelerinin uygulanmasıyla ulaşılabilir.

Görüşümüz diğer partilerden farklı olduğu için ayrı bir parti olarak örgütlenmiş bulunuyoruz. Tekrar tekrar yapılan denemeler açıkça göstermiştir ki, yanlış ilkelerle siyaset yapanlar, milletimizin özlemi olan saadeti gerçekleştirmekte başarılı olamamışlardır.

Temel Farklarımız;

1-Saadetin temel unsurlarından olan Saygınlık ancak bizim görüşümüzle gerçekleşir. Çünkü;

-Biz “Materyalist” değil, “Maneviyatçıyız”.

-Biz “Nefse Esareti” değil, “Nefis Terbiyesi” ni esas alıyoruz.

-Biz “Sıradan Türkiye” yi değil, “Manen Ve Madden Kalkınmış Öncü Yeniden Büyük Türkiye” yi esas alıyoruz.

2- Saadetin temel unsurlarından biri olan Huzur, Barış, Kardeşlik ancak bizim görüşümüzle gerçekleşebilir. Çünkü:

-Biz “Kin Ve Husumet” i değil, “Şefkat, Sevgi Ve Hoşgörü” yü esas alıyoruz.

-Bizim amacımız “Küçük Bir Azınlığın Saadeti” i değil, “Bütün İnsanlığın Saadeti” dir.

-Biz “Yanlışın, Zararlının, Zulmün” egemenliği için değil, “Doğrunun, İyinin - Güzelin, Faydalının ve Adaletin” egemenliği için çalışıyoruz.

-Biz yeryüzünün İfsadı için değil, Islahı için çalışıyoruz.

3-Saadetin temel unsurlarından İnsan Hakları Ve Özgürlükler ancak bizim görüşümüzle gerçekleşir. Çünkü;

-Biz “Baskı” yı değil, “Tam Ve Kamil İnsan Hakları” nı istiyoruz.

-Biz “Güdümlü Demokrasi” yi değil, “Gerçek Demokrasi” yi savunuyoruz.

-Biz Anayasa’nın 2. Maddesi Evrensel anlamda uygulansın diyoruz.

4-Saadetin temel unsurlarından olan Adalet ancak bizim görüşlerimizle gerçekleşir. Çünkü;

-Biz “Yanlış Hak” anlayışını değil, “Doğru Hak” anlayışını esas alıyoruz.

5-Saadetin temel unsurlarından olan Refah, ancak bizim görüşümüzle gerçekleşir.

Çünkü;

-Biz “Rant Ekonomisi” ni değil, “Reel Ekonomi” yi esas alıyoruz.

-Biz “Rantiye Grubu” değil, “Türkiye Bütünüyle Kalkınsın” diyoruz.

Bu program;

Tıpkı Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, istiklalini kaybetme tehlikesini gören milletimizin, Müdafaa-i Hukuk hareketi ile ayağa kalkarak “Ben ölmedim!” deyip mukaddesatına sahip çıkmak için başlattığı İstiklal Savaşı’ndaki şevk ve heyecanı taşıyan,

21. Yüzyılda “Ben de varım!” diye ayağa kalkan Anadolu’nun azmini tüm dünyaya ilan eden,

Bunu gerçekleştirmek için kendi gücüne ve kaynaklarına güvenen Aziz Milletimizin özgüveninin ifadesidir.

Programımızın, insanımızın beklediği ve özlediği saadete bir an evvel kavuşmasına vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan dileriz.

Allah Aziz Milletimizin yar ve yardımcısı olsun. 
------------------------------------------------------------------

TÜZÜK

Partinin Amacı
Madde 2
. Partinin gayesi programında yazılı hususları gerçekleştirmektir.
Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki kriterlerin, bireysel hak ve hürriyetlerin çağdaş anlamda uygulanması için gayret gösterir.
Milletin huzur, saadet ve özgürlüğünü, refah ve itibarını artırmaya gayret eder.
Adaletin mülkün temeli olduğu ilkesi doğrultusunda gerçek bir hukuk devletinin oluşmasını hedefler.


---------------------------------------------------------------
MİLLİ GÖRÜŞ LİDERİ
PROF.DR.NECMETTİN ERBAKAN

 

29 Ekim 1926 yılında Sinop’ta doğdu. Babası Adana’nın Kozan ve Saimbeyli bölgesinde uzun zaman hüküm sürmüş bulunan, Selçuklu soyu Kozanoğullarından, Mehmet Sabri Erbakan’dır.

Ağır caza reisi olan babasının görev yerlerinin değişmesi nedeniyle, çocukluğu çeşitli yerlerde geçen ERBAKAN’ın Annesi de, Sinop’un tanınmış ailelerinden birinin kızı olan Kamer Hanım’dır.

Erbakan hocanın ağabeyleri Nizamettin Erbakan cilt ve deri hastalıkları profesörü, Selahattin Erbakan, göz hastalıkları profesörüdür.

Küçük kardeşleri Kemalettin Bey, diş doktoru, Atifet Hanım eczacı, Rahmetli Akgün Erbakan ise mühendislik eğitimi almış ama ticarete atılmıştır.

Necmettin ERBAKAN ilkokula, Kayseri Cumhuriyet İlkokulunda başlamış, babasının tayin olup Trabzon’a gitmesi üzerine, ilkokul öğrenimini burada ve okul birincisi olarak tamamlamıştır.

Erbakan Hocanın ilk manevi etkilenişi daha 3 yaşındayken, Kayseri’de kaldıkları evin karşısındaki tarihi Laleli Camiinde okunan ezanlar ve kılınan cemaat namazlarıyla başlamıştır. Ve çocukluk dönemi bu camiinin avlusunda geçmiştir. Özellikle 1928’in sonlarında bu camii’de kılınan bir cenaze namazından oldukça etkilenmiştir.

Çok küçük yaşlarda namaza ve oruca başlayan Erbakan, daha sonraları yine babası M. Sabri Beyin emekli olup yerleştiği İstanbul Fatih’teki İskenderpaşa Camii imamı M. Zahit Kotku Hz.leri gibi devrin önemli ilim ve irfan ehlinden istifade edecek ve manevi olgunlaşma sürecinde bu büyük Zatların terbiyesinde yetiştirecektir. 

1937 yılında ilkokulu bitirdikten sonra, aynı yıl İstanbul Erkek lisesi’nde orta tahsiline başlamış, okuldaki çalışkanlığı nedeniyle arkadaşları tarafından kendisine “DERYA NECMETTİN” diye isim takılmıştır. “Sıfırcı Avni” olarak bilinen Fizik hocasından, ilk defa 10 alan öğrenci ERBAKAN’dır.

Orta ve lise de bütün sınıfları iftiharla geçen Necmettin ERBAKAN, İstanbul Erkek Lisesi’ni 1943 yılında birincilikle bitirdi. O tarihlerde lise birincileri, Üniversitelere imtihansız alınıyordu. Fakat Necmettin ERBAKAN, bu imtiyazı kabul etmeyerek girdiği imtihanda büyük başarı gösterince, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin İkinci sınıfından yüksek öğrenimine başladı. İlkokula 6 yaşında, Üniversiteye de ikinci sınıftan başlaması dolayısıyla, kendisinden iki yaş büyük olanlarla aynı sınıfta öğrenim gördü. Bu arkadaşlarından biri de Sayın Süleyman DEMİREL’dir.

Trabzon’da henüz ilkokul yıllarında iken bile, Temsili devlet kurmak, buna uygun mesai saatleri ayarlamak, arkadaşları arasında, hak ölçüsü olduğu için değeri değişmeyen ve enflasyonla erimeyen “özel paralar” çıkarıp kullanmak gibi olağan üstü oyunlar sergileyen Erbakan Hoca Üniversite yıllarında da okuldaki talebelerin namaz kılmaları için mescid açılması konusunda büyük gayret göstermiş ve açılan mescitte hem ibadetlerini yapmışlar, hem de ilmi ve dini sohbetler başlatarak manevi bir halka oluşturmuşlardır.

1948 yılı yaz döneminde, İTÜ Makine Fakültesi’nden üstün başarı ile mezun olan ERBAKAN, aynı yılın 1 Temmuz’unda Makine Fakültesi Motorlar Kürsüsü’nde asistan olarak göreve başladı. 1948 - 1951 yılları arasındaki bu 3 yıllık asistanlık döneminde, O zaman doktara tezi karşılığındaki yeterlilik tezini hazırladı.

Sınıflarda ders vermek sadece, Doçent ve Profesörlerin yetkisinde olmasına rağmen, asistan olduğu halde, ders anlatmasına ve hocalık yapmasına özel izin çıktı. Yeterlilik tezindeki yüksek başarısından dolayı, Üniversite tarafından 1951 yılında Aachen Teknik Üniversitesi’nde ilmi araştırmalar yapmak, bilgi ve becerisini arttırmak üzere Almanya’ya gönderilen ERBAKAN, Alman ordusu için teknolojik araştırma yapan DVL araştırma merkezinde, Profesör Schimit ile birlikte çok başarılı çalışmalar yaptı.

Aachen Teknik Üniversitesi’nde çalıştığı 1.5 yıl süre içersinde, bir tanesi doktora tezi olmak üzere 3 tez hazırlayan ERBAKAN, Alman Üniversitelerinde geçerli olan ve çok zor kazanılan “DOKTOR” ünvanını aldı.

Alman Ekonomi Bakanlığı için “motorların daha az yakıt yakmaları” konusunda araştırmalar yaparak rapor veren ve bu arada da Doçentlik tezini hazırlayan ERBAKAN’ın “ Dizel Motorlarda püskürtülen yakıtın nasıl tutuştuğunu?” matematiksel olarak izah eden bu tezi, Alman ilim çevrelerinde büyük yankı uyandırdı. Tezin önemli dergilerde yayınlanması üzerine, o tarihte Almanya’nın en büyük motor fabrikası olan DEUTZ firmasının genel müdürü, Prof. Dr. FLATS tarafından LEOPAR tanklarının motorları ile ilgili araştırmalar yapmak üzere fabrikaya davet edildi.

Alman Ekonomi Bakanlığı’nın, RUHR sahasındaki fabrikalar üzerinde araştırma yapmak amacıyla görevlendirilen ekipte, özellikle ERBAKAN`ın da yer almasının istenmesi üzerine, 15 gün süreyle RUHR sahasındaki bütün Ağır sanayi fabrikalarını gezip, bunları inceleme fırsatını yakaladı.

2.  Dünya Harbinden sonra, Alman Üniversitelerinde ilk Türk bilim adamı olan ERBAKAN, 1953 yılında doçentlik imtihanını vermek üzere İstanbul’a döndü. İmtihan sonucunda,  27 yaşında Türkiye’nin en genç doçenti olma başarısını gösteren Necmettin ERBAKAN, araştırmalar yapmak üzere tekrar Almanya’nın DEUTZ fabrikalarına çağrıldı. Burada 6 ay süreyle “motor araştırmaları başmühendisi” olarak, Alman ordusu için yapılan araştırma çalışmalarına katıldı.

1953’ün Kasım ayında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönen ERBAKAN, Mayıs 1954 / Ekim -1955 yılları arasında askerlik görevini tamamladı. İstanbul Kağıthane’deki 6 aylık yedek subay öğreniminden sonra, Halıcıoğlu’ndaki İstihkâm bakım bölüğünde 6 ay asteğmen, 6 ay da teğmen olarak makinaların bakım ve tamiratları kısmında görev yaptı.

Bu görev esnasında, her yıl Türkiye’nin Amerika’dan istediği teçhizatların listesini hazırladı. Hazırladığı bu liste, Amerikan yardım heyetinin dikkatini çekmiş ve bir Amerikalı albay bu listeyi hazırlayan kişiyle görüşmek istediğini, okul komutanı Şeref ÖZDİLEK’e bildirmiştir. ÖZDİLEK Paşa bu Albay’ı alıp ERBAKAN’ın yanına getirmiş ve Albay, “ Siz bu güne kadar Amerika’dan yardım olarak, sadece “gizleme ağı, kürek sapı, kazma, vs.” gibi şeyler isterken, bu sene bakım bölüğündeki iş makinalarının tamiri için gereken çeşitli parçaları üretmek üzere tezgâhlar istemişsiniz. Bunları ne yapacaksınız ve nasıl kullanacaksınız? tarzında konuşunca, ERBAKAN Amerikan ordusunun kuruluş tüzüğünü açarak: “ Bizim yaptığımız görevi yapan Amerika’daki birliklerde bu tezgâhlar var da, biz de niçin olmasın? Diye karşılık verince, Amerikalı Albay söyleyecek bir şey bulamamış ve bu tezgâhlar Erbakan’ın girişim ve gayretleriyle Türkiye’ye getirilmiştir.

Askerlik görevinden sonra, tekrar Üniversiteye dönen Necmettin ERBAKAN, 1956 yılında Türkiye’de ilk yerli motoru imal edecek olan, 200 ortaklı Gümüş Motor Aş.’yi kurup faaliyete geçirmiştir.

ERBAKAN’da böyle bir fabrika kurma fikri, Almanya’daki çalışmaları esnasında, Türkiye Zirai Donatım Kurumu’nun sipariş verdiği motorları gördüğünde uyanmış ve planlarını ta o zaman tasarlamıştır.

Yurda dönünce hemen hazırlıklara girişmiş ve bugün pancar motor adı altında çalışan fabrikanın temelini 1 Temmuz 1956’da atmıştır. Gümüş Motor fabrikası 1 Mart 1960 tarihinde seri üretime başlamıştır.

Dönemin Başbakanı rahmetli Adnan MENDERES, 1960 yılı başlarında fabrikayı gezerken: “ Ben de çiftçiyim, bu motorları kendim kullandım. Bunun ne kadar büyük bir adım olduğunu çok iyi biliyorum. Türkiye de bunların yapılabileceğini görmek, beni son derece memnun etmiştir. Keşke ben bu fabrikayı 1960’da değil, 1950’de görseydim. O takdirde Sümer bank’ın bir çok fabrikalarını özel sektöre satar, oradan aldığım para ile Türkiye de Ağır Sanayi fabrikalarını kurardım” diyerek duygularını dile getirmiş ve Erbakan’a tebrik ve takdirlerini iletmiştir. MENDERES ayrıca, fabrikanın ihtiyacı olan 1.300.000 Dolar’lık dövizi de hiç bekletmeden, bir gün içinde tahsis ettirmiştir.

1960 yılında Ankara da yapılan sanayi kongresi’nde, Gümüş Motorun ürettiği makineleri ve parçaları tanıtan ERBAKAN, “Yeni hedefimiz, Türkiye’mizde artık yerli otomobillerin de yapılmasıdır.” fikrini dile getirmiş, o zaman yönetimde olan askerlerce kabul gören bu fikir üzerine, Eskişehir Demiryolları CER atölyesinde “DEVRİM OTOMOBİLİ” adıyla ilk yerli otomobilimiz ERBAKAN tarafından imal edilmiştir. Askeri yönetim ekibi, Gümüş Motor fabrikasını gezmişler, büyük hayranlık ve heyecanlarını ifade etmişlerdir. Bunun üzerine 200’e yakın General ve üst rütbeli Subay’a, ERBAKAN tarafından bir Sanayi Konferansı verilmiştir. “Türkiye’nin kalkınma ve savunma sorunlarını ve çözüm yollarını” dikkatle dinleyen Generaller, oldukça etkilenmişlerdir.

1965 yılında Profesör olan ERBAKAN, Şubat 1966 da Odalar Birliği Sanayi Dairesi Başkanlığını üstlenmiş, 1968 Mayıs’ında Odalar Birliği İdare Heyeti Üyeliğine getirilmiş, Mayıs 1969’da ise, Odalar Birliği Genel Başkanlığına seçilmiştir. O zamanki Demirel Hükümeti, her türlü kanuni hükümleri hiçe sayarak ERBAKAN’ı polis zoruyla görevinden uzaklaştırma yoluna gitmiştir.

Necmettin ERBAKAN bunun üzerine siyasete atılmaya karar vermiş ve Milletvekili adayı olmak için Adalet Partisine müracaat etmiştir. Buradan veto edilen ERBAKAN, 1969 seçimlerinde Konya’dan bağımsız olarak adaylığını koyup seçilerek meclise girmiştir.

Hoca, Türkiye Odalar Birliği Sanayi Dairesi Başkanı iken tanıştığı, aynı kurumda görevli olan, İktisat mezunu, iyi İngilizce, yeterince Almanca ve Fransızca bilen... Ülke ve dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen olgun ahlaklı, anlayışlı, ağırbaşlı ve alımlı bir hanımefendi olan Nermin Erbakan’la 10 Ocak 1967’de evlendi.

1967’nin sonlarında büyük kızları Zeynep, 1974 Ekiminde küçük kızları Elif Hanımlar, 1979’da ise biricik oğulları Muhammet Fatih Bey dünyaya geldi.

Hoca, Odalar Birliğinde bulunduğu dönem de, Ankara’da bir arkadaşının Selanik Caddesi 9 nolu evini karargâh haline getirmiş, rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti, Arif Hikmet Güner, Aslan Topçuoğlu, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu ve Hasan Aksay gibi gönüldaşlarıyla gece yarılarına kadar “Türkiye’nin geleceği ve sorunlarının çözülmesi” konularını görüşüp plan ve projeler üretmişlerdir.  

24 Ocak 1970 tarihinde, Milli Görüş’ün ilk partisi olan Milli Nizam Partisini kuran ERBAKAN, 1971 Nisan’ında ihtilal yönetiminin de baskısıyla, Milli Nizam Partisi antidemokratik bir biçimde kapatılınca, tatil ve tedavi için kısa bir süre İsviçre ye gitmiştir.

Daha sonra, 11 Ekim 1972 yılında kurulan Milli Selamet Partisi, S. Arif Emre’nin resmi riyasetinde, Erbakan Hocanın ise tabii Liderliğinde girdiği 1973 seçimlerinde, 12 oyla 48 Milletvekilliği ve 3 Senatörlük kazanarak 51 parlamenter ile meclis’e girip, grup kurdu.

1974 yılında kurulan MSP - CHP Koalisyonunda, Başbakan yardımcılığı ve Ekonomik Kurul Başkanlığı görevlerini üstlenen Necmettin ERBAKAN, böylece Türkiye`nin maddi ve manevi kalkınması yolundaki çalışmalarını da fiilen başlatmış oldu. 

9 Aylık bir hükümet döneminin ardından MSP-CHP koalisyonunun bozdurulmasından sonra oluşturulan 4’lü koalisyonda da yer alan, MSP genel Başkanı Necmettin ERBAKAN, yine Başbakan Yardımcılığı ve Ekonomik Kurul Başkanlığı görevlerinde bulundu.

5 Haziran 1977 seçimlerinden sonra kurulan 3’lü koalisyonda da bu görevini devam ettiren ERBAKAN liderliğindeki MSP, böylece toplam 4 yıl süreyle hükümet ortağı oldu.

1978 yılı başından, 12 Eylül 1980’e kadar muhalefette kalan MSP’nin Genel Başkanlığını yürüten Necmettin ERBAKAN, 12 Eylül ihtilalinin getirdiği antidemokratik uygulamalar ve yasaklarla, Eylül 1987 yılına kadar politikadan resmen uzak tutuldu.

Eylül 1987’deki referandumla yeniden siyasi haklarını elde eden ERBAKAN, 19 Temmuz 1983 yılında kurulmuş olan Refah Partisi’nin; 11 Ekim 1987’de yapılan tarihi kongresinde, oy birliği ile tekrar Genel Başkanlık makamına oturdu. 20 Ekim 1991 seçimlerinde yeniden Milletvekili seçilen ERBAKAN, daha sonra Belediyeler devrimini gerçekleştirmiş ve nihayet 1995 Genel seçimlerinde büyük bir başarı kazanarak Refah’ı birinci parti konumuna getirmiştir. 29 Haziran 1996’da ise kurulan Refah -Yol hükümetinde Başbakanlığı üstlenen ve 1 yıl da çok önemli hizmetler gören ERBAKAN, malum merkezlerin hıyanetleri sonucu oluşturulan suni krizler yüzünden ve hile ile hükümetten uzaklaştırılmış, haksız ve dayanıksız gerekçelerle partisi kapatılmış, ama O büyük sandık ihtilalini ve tarihi demokratik değişimini gerçekleştirmek üzere şimdi son hazırlıklarına girişmiştir..

PROF. DR. NECMETTİN ERBAKANIN ÖZGEÇMİŞİ

29 Ekim 1926 yılında Sinopta doğdu. Babası Adananın Kozan ve Saimbeyli bölgesinde yaşamış olan Kozanoğullarından Mehmet Sabri Erbakan.

Ağır ceza reisi olan babasının birçok yerde görev yapmış olması dolayısıyla çocukluğu muhtelif şehirlerde geçen ERBAKANın annesi de Sinopun tanınmış ailelerinden birinin kızı olan Kamer Hanımdır.

Necmettin ERBAKAN ilkokula Kayseri Cumhuriyet İlkokulunda başladı, babasının Trabzona tayin olması dolayısıyla ilkokul öğrenimini burada okul birincisi olarak tamamladı.

1937 yılında ilk tahsilini tamamladıktan sonra aynı yıl İstanbul Erkek Lisesinde orta tahsiline başladı. Okuldaki çalışkanlığı dolayısıyla arkadaşları tarafından kendisine "DERYA NECMETTİN" diye hitap edilirdi. Okulda "Sıfırcı Avni" olarak bilinen fizik hocasından ilk defa 10 alan öğrenci olmuştur.

Orta ve Lisede bütün sınıfları iftiharla geçen Necmettin ERBAKAN, İstanbul Erkek Lisesini 1943 yılında birincilikle bitirdi. O tarihlerde Lise bir­incileri Üniversitelere imtihansız alınıyordu. Fakat Necmettin ERBAKAN imtihansız kaydolmayı reddederek girdiği imtiha büyük başarı göster­ince İstanbul Teknik Üniversitesinin ikinci sınıfından yükseköğrenimine başladı. İlkokula 6 yaşında, üniversiteye de ikinci sınıftan başlaması dolayısıyla kendisinden iki yaş büyük olanlarla aynı sınıfta öğrenim gördü. Bu arkadaşlarından biri de Sayın Süleyman DEMİRELdir.

Üniversite yıllarında okuldaki talebelerin namaz kılmaları için mescit açılması konusunda büyük gayret göstermiş ve açılan mescitte hem namaz kılmışlar hem de ilmi ve dini sohbetler yapmışlardır.

1948 yılı yaz döneminde İTÜ Makina Fakültesinden üstün başarıyla mezun olan ERBAKAN aynı yılın 1 Temmuzunda Makina Fakültesi Motorlar Kürsünde asistan olarak göreve başladı. 1948-1951 yılları arasındaki bu 3 yıllık asistanlık döneminde o zaman doktora tezine tekabül eden yeterlilik tezini hazırladı. Sınıflarda ders vermek doçent ve profesör­lerin yetkisinde olmasına rağmen kendisi asistan olduğu halde ders ver­mesine izin verilmiştir. Yeterlilik tezindeki başarısından dolayı üniversite tarafından 1951 yılında Aachen Teknik Üniversitesinde ilmi araştırmalar yapmak, bilgi ve görgüsünü artırmak üzere Almanyaya gönderilen ERBAKAN, Alman ordusu için araştırma yapan DVL araştırma merkezin­deki araştırma ile ünlü ve V1 ve V2lerin gelişmesini sağlayan Profesör Schmidt ile birlikte çok başarılı çalışmalar yaptı.

Aachen Teknik Üniversitesinde çalıştığı 1.5 yıl süre içerisinde, bir tanesi doktora tezi olmak üzere 3 tez hazırlayan ERBAKAN, Alman üniver­sitelerinde geçerli olan "DOKTOR - MÜHENDİS: Dr.-İng" unvanını aldı.

Alman Ekonomi Bakanlığı için motorların daha az yakıt yakmaları konusunda araştırmalar yaparak rapor veren ve bu arada da doçentlik tezi­ni hazırlayan ERBAKANın "Dizel motorlarda püskürtülen yakıtın nasıl tutuştuğunu" matematiksel olarak izah eden bu tez, Alman ilim çevrelerinde büyük yankı uyırdı. Tezin mecmualarda neşredilmesi üzerine o tarihte Almanyanın en büyük motor fabrikası olan ve dünyada motorun ilk üretil­diği DEUTZ motor fabrikalarının umum müdürü Prof. Dr. Dr. FLATZ tarafından Leopard tanklarının motorları ile ilgili araştırmalar yapmak üzere bu fabrikaya davet edildi.

Alman Ekonomik Bakanlığının RUHR sahasındaki fabrikalar üzerinde araştırma yapmak için görevlendirilen heyette kendisinin de yer almasının istenmesi üzerine 15 gün RUHR sahasındaki bütün Ağır Sanayi fabrikalarını gezip inceleme fırsatı buldu.

II. Dünya Harbinden sonra Alman üniversitelerinde doktora yapan ilk Türk ilim adamı olan ERBAKAN, 1953 yılında doçentlik imtihanını vermek üzere İstanbula geldi. İmtihan sonucunda 27 yaşında Türkiyenin en genç doçenti olma başarısını gösteren Necmettin ERBAKAN, araştırmalar yap­mak üzere tekrar Almanyanın DEUTZ fabrikalarına gitti. Burada 6 ay süreyle motor araştırmaları başmühendisi olarak, Alman ordusu için yapılan araştırma çalışmalarına katıldı.

1953ün Kasım ayında İstanbul Teknik Üniversitesine dönen ERBAKAN, Mayıs 1954 - Ekim 1955 yılları arasında askerlik görevini ifa etti. İstanbul Kağıthanedeki 6 aylık yedek subay öğreniminden sonra Halıcıoğlundaki istihkam bakım bölüğünde 6 ay asteğmen, 6 ay da teğmen olarak makinaların bakım ve tamiratları kısmında görev yaptı.

Bu görev esnasında her yıl Amerikadan istenen teçhizatın listesini hazırladı. Hazırladığı bu liste Amerikan yardım heyetinin dikkatini çekmiş ve bir Amerikalı Albay bu listeyi hazırlayan kişiyle görüşmek istediğini okul komutanı Şeref ÖZDİLEKe bildirmiş. Okul Komutanı da bu Albayı alıp ERBAKANın yanına getirmiş ve Albay: "Siz bugüne kadar Amerikadan yardım olarak gizleme ağı, kürek sapı, kazma vs. gibi şeyleri isterken bu sene bakım bölüğü için iş makinalarının tamiratı esnasında imal edilmesi lazım gelen çeşitli parçaların imalatı için tezgahlar istemişsiniz. Siz nasıl olurda bu tezgahları talep edersiniz" tarzında konuşunca, ERBAKAN Amerikan ordusu kuruluş talimatnamesini açarak: "Bizim yaptığımız görevi yapan Amerikadaki aynı birliklerde bu tezgahlar var, bizde niçin olmasın" diye karşılık verince, Amerikalı Albay söyleyecek söz bulamamış ve tez­gahlar bilahare gelmiştir.

Askerlik görevinden sonra tekrar üniversitedeki görevine dönen Necmettin ERBAKAN İstanbul Teknik Üniversitesi Motorlar Laboratuarında 100 yerli ilk motoru yaptı ve bilahare 1956 yılında Türkiyede ilk yerli motoru seri halde imal edecek olan, 200 ortaklı Gümüş Motor A.Ş.yi kurdu.

ERBAKa böyle bir fabrika kurma fikri Almanyada çalışmaları esnasında, Türkiye Zirai Donatım Kurumunun sipariş verdiği motorları görünce iyice uyanmıştı.

Yurda dönünce bu çalışmayı başlattı. Ve bugün Pancar Motor adı altında çalışan fabrikanın temelini 1 Temmuz 1956da attı. Gümüş Motor fabrikasında seri imalat 1 Mart 1960 tarihinde başlamıştır.

Dönemin Başbakanı Rahmetli Adnan MENDERES, 1960 yılı başlarında fabrikayı gezerken; "Türkiyede ben çiftçiyim, bu motorları kendim kullım. Bunun ne kadar büyük bir adım olduğunu çok iyi biliyo­rum. Türkiyede bunların yapılabileceğini görmek beni son derece memnun etmiştir. Keşke ben bu fabrikayı 1960larda değil de 1950de görseydim. O taktirde Sümerbankın birçok fabrikalarını özel sektöre satar, oradan aldığım para ile Türkiyede Ağır Sanayi fabrikaları kurardım" diyerek duygu­larını dile getirmiştir. MENDERES ayrıca fabrikanın ihtiyacı olan 1.300.000 Dolarlık dövizi de bir günde tahsis ettirmiştir.

Gümüş Motor Fabrikası, diğer adı ile Pancar Motor Fabrikası 1960 yılından beri 40 yılı aşkın bir zamır Türkiyenin tarlalarını sulayan, inşaat makinalarını, küçük traktörlerini, deniz botlarını, kayıklarını tahrik eden motor ihtiyacını karşılamakta, ayrıca kardeş ülkelere Suriye, Irak, Pakistan ve Sudana motor ihraç etmektedir.

1960 yılında Ankarada yapılan Sanayi Kongresinde Gümüş Motorun yaptığı imalatları sunan ERBAKAN "Yeni hedef otomobillerin Türkiyede yapılmasıdır" fikrini ortaya atmış, o zaman yönetimde olan askerler tarafından revaç bulan bu fikir üzerine Eskişehir Demiryolları CER atölyesinde "DEVRİM OTOMOBİLİ" adıyla ilk yerli otomobil imal edilmiştir. Askeri yönetim Gümüş Motor fabrikasını gezmiş, büyük ilgi ve heyecan duymuşlar, bunun üzerine 200e yakın General ve üst rütbeli subaya ERBAKAN Milli Savunma Bakanlığı konferans salonunda bir Sanayi Konferansı vermiştir.

1960 yılında Ankarada yapılan Sanayi Kongresinde Prof.Dr.Necmettin ERBAKAN tarafından gösterilen "Yeni Hedef Otomobillerin Türkiyede yapılmasıdır" hedefi yıldan yıla atılan adımlar­la bugün Türk ekonomisi içersinde otomotiv sanayiinin sürükleyici lokomo­tifi bir sektör olmasına yol açmıştır.

1965 yılında profesör olan ERBAKAN, Şubat 1966da Odalar Birliği Sanayi Dairesi Başkanlığına getirildi. Daha sonra Genel Sekreter olan ERBAKAN, 1968 Mayısında Odalar Birliği İdare Heyeti Üyesi, Mayıs 1969da da Odalar Birliği Başkanı oldu. O zamanki hükümet her türlü1 kanuni hükümleri hiçe sayarak ERBAKANı polis zoruyla görevinden uzak­laştırdı.

Necmettin ERBAKAN 1967 yılında evlendi. Sanayiye gerekli ilginin gösterilmemesi üzerine siyasete atılmaya karar verdi. Ve Milletvekili adayı olmak için Adalet Partisine başvurdu. Buradan veto edilen ERBAKAN,: 1969 seçimlerinde Konyadan bağımsız olarak adaylığını koydu ve seçil­erek Meclise girdi.

24 Ocak 1970 yılında Milli Görüşün ilk partisi olan Milli Nizam Partisini kuran ERBAKAN, 1971 Nisanında ihtilal yönetiminin de baskısıyla, Milli Nizam Partisi antidemokratik bir biçimde kapatıldı.

Daha sonra 11 Ekim 1972 tarihinde kurulan Milli Selamet Partisi, ERBAKAN liderliğinde girdiği 1973 seçimlerinde 12 oyla 48 Milletvekilliği ve 3 Senatörlük kazanarak 51 parlamenterle Meclise girdi.

1974 yılı başında kurulan MSP-CHP koalisyonunun bozdurulmasından sonra kurulan dörtlü koalisyonda da yer alan MSPnin Genel Başkanı yine Başbakan Yardımcılığı ve Ekonomik Kurul Başkanlığı görevlerini üstlendi.

5 Haziran 1977 seçimlerinden sonra kurulan 3lü koalisyonda da bu görevini devam ettiren ERBAKAN liderliğindeki MSP, böylece toplam 4 yıl süreyle hükümet ortağı oldu. 

1974-1978 yılları arasında kurulan 3 Hükümet döneminde de Başbakan Yardımcısı ve Bakanlıklar arası Ekonomik Kurul Başkanlığı görevini yürüten Prof.Dr.Necmettin ERBAKAN bu dönem esnasında Kıbrıs Zaferinin kazanılmasında büyük rol oynamış, büyük tarihi "Ağır Sanayi Hamlesinin yürütülmesi ve başarılmasına öncülük yapmış, Türkiyenin İslam Konferansına tam üye olmasını sağlamış ve yeni nesillerin Milli ve Manevi Değerlere bağlı olarak yetişmesi hususunda büyük önem taşıyan İmam Hatip Okullarının açılmasında ve yayılmasında önemli hizmetler başarmıştır.

Bu dönem boyunca rant ekonomisi yerine Reel ekonomiyi uygulamış, milli kaynaklarımıza dayanılarak Anadolunun bütünü ile kalkınması ve sanay­ileşmesi yönünde başarılı hamleler yapmıştır.

Türkiyenin ekonomik kalkınmasını ve güçlenmesini kendileri için uygun görmeyen bazı dış mihrakların etkisiyle, koalisyon ortağı Adalet Partisinden 11 kişinin muhalefet partisine katılması ve Bakan yapılmaları olayıyla TBMMde iktidarın çoğunluğu kalmayınca bir muhalefet partisi lid­eri olarak parlamento çalışmalarında büyük etkinlik göstermiştir.

1978 yılı başından 12 Eylül 1980e kadar muhalefette .kalan MSPnin Genel Başkanlığını yürüten Necmettin ERBAKAN, 12 Eylül İhtilalinin getir­diği antidemokratik uygulama ve yasaklarla Eylül 1987 yılına kadar poli­tikadan resmen uzak tutuldu.

Eylül 1987deki referumla yeniden siyasi haklarını elde eden ERBAKAN, 19 Temmuz 1983 tarihinde kurulmuş olan Refah Partisinin, 11 Ekim 1987 tarihinde yapılan kongresinde oy birliği ile Genel Başkanlığa seçildi. 20 Ekim 1991 seçimlerinde Konyadan yeniden Milletvekili seçilen Necmettin ERBAKAN evli ve 3 çocuk babasıdır.

1995 genel seçimlerinde tekrar Konyadan Milletvekili seçilerek meclise girdi. Bu seçimlerden Refah Partisi Türkiyenin en büyük partisi olmuştur.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

MİLLİ GÖRÜŞ

Millî Görüş, 1969 yılında başını Necmettin Erbakan'ın çektiği Bağımsızlar Hareketi ile başlayan ve Millî Nizam Partisi ile partileşen bir siyasal akım.

Millî Görüş, Türkiye'nin kendi insan ve ekonomik gücü ile kalkınabileceğini, öz değerlerini koruyarak, arkasına tarihinin verdiği kuvveti alarak daha hızlı adımlarla yürüyebileceğini savunur. Partileri 1974-1978 tarihleri arasında küçük ortak olarak 4 kere, 1996-1997 döneminde ise büyük ortak olarak beşinci kere hükûmette yer aldı. İktidarları döneminde, Kıbrıs Barış Harekâtı, Ağır Sanayi Hamlesi ve D8 grubunun oluşturulması gibi projelere imza attı. Kapatılan Millî Nizam Partisi, Millî Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nin ardından kurulan Saadet Partisi ile muhalefetini yürütüyor. Ayrıca bu gruptan ayrıldığını ifade eden yenilikçi kanat Bülent Arınç, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan gibi isimlerin ayrılması ile Adalet ve Kalkınma Partisi adıyla bir araya geldi. Millî Görüş'ün bugünkü tek temsilcisi ise Saadet Partisi'dir.

Temel Doktrinleri

  1. Adil Düzen: Faizin olmadığı bir serbest piyasa ekonomisini öngörür. Paranın mal gibi alınıp satılmasını reddeder. Bu durumun adaleti bozduğunu, güçlüyü daha güçlü yaptığını savunur.
  2. Reel Ekonomi: Üretime dayalı kooperatifsel çok ortaklı yapıların güçlendirilmesi esasına dayanır. Bu tarz tüm işletmelere faizsiz devlet kredisi tahsisini savunur.
  3. Hakk Anlayışı:

A- Doğuştan insanlara verilen haklar, Temel insan hakları.

a) Yaşama, b) Mülkiyet, c) İnanç Hürriyeti (4 unsuru ile: ifade hürriyeti, öğrenim hürriyeti, örgütlenme hürriyeti, inandığı gibi yaşayabilme ve ibadet hürriyeti) d) Neslin muhafazası, e) Aklın muhafazası hürriyeti. f) Ve diğer bilinen temel insan hakları hürriyetleri (seyahat, iş tutabilme, meslek seçebilme v.s.)

B-Emek.

C- Rıza ile yapılan anlaşma ve mukaveleler.

D- Adalet gereği doğan haklar. İnsanın özlemi mutluluk içinde yaşamaktır. Mutluluk ancak Gerçek Hak anlayışı ile sağlanabilir. İnsanların saadeti için gerçek hak anlayışını benimsemek ve uygulamak şarttır.

Millî Görüş'ün Serüveni

Necmettin Erbakan Konya Bağımsız Milletvekili olarak parlamentoya girdiğinde, Millî Görüş Hareketi de siyasi arenada boy gösterdi. Yıl 1969'du. Kısa bir süre sonra Erbakan artık bağımsız bir milletvekili değil, Millî Nizam Partisi'nin kurucusuydu. Ancak Erbakan'ın kurduğu ilk partinin ömrü kısa oldu ve 20 Mayıs 1971'de kapatıldı.

11 Ekim 1972'de ise Erbakan yeni bir partinin kurucusuydu. Bu kez Mili Nizam gitmiş, Millî Selamet gelmişti. İslamî motifleri ağır basan parti, Bülent Ecevit'le birlikte CHP-MSP koalisyonuna katılarak iktidar denkleminde yer aldı. Ancak bu ortaklık bir süre sonra bozuldu. Millî Görüşçüler, 1975'te Adalet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ile koalisyona katıldı. Bu hükümete Milliyetçi Cephe (MC) adı verildi.

Bir süre sonra koalisyon bozulduğunda birinci MC hükümeti geride kalmıştı. Ancak iktidara taşınan MSP 1977'de yeniden bir koalisyona gitti. Ortaklar da hükümetin ismi de aynıydı. 2. MC dönemi başlıyordu. Ortaklık, 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte son buldu. Tüm partiler gibi, MSP de kapatıldı.

Millî Görüş hareketi siyasi arenadaki yerini sağlamlaştırabilmek için darbe sonrası, 1983'te Refah Partisi adıyla yeniden sahneye çıktı. Millî Güvenlik Konseyi 33 kurucu üyenin bulunduğu girişimi veto etti. Veto edilen Ali Türkmen'in yerine Ahmet Tekdal geçti. 1987'deki referandumla birlikte siyasi yasağı kalkan Necmettin Erbakan ise 17 arkadaşıyla birlikte, partiye katıldı. 2. RP Kongresi'nde ise genel başkan seçildi. 1996'da Doğru Yol Partisi'yle koalisyon kuran Erbakan, Başbakan oldu. Ancak parti yine kapatıldı: 16 Ocak 1998.

Ve Fazilet... Millî Görüş'ün siyasî arenadaki temsilcisi olan Fazilet, RP kapatılmadan arenaya çıktı. 17 Aralık 1997'de kurulan FP'ye, RP'nin birçok milletvekili ve belediye başkanı katıldı. Ancak, bu parti de "RP'nin devamı olduğu gerekçesi"yle kapatılma davası açılmaktan kurtulamadı. Anayasa Mahkemesi FP'yi de 22 Haziran 2001 tarihinde kapattı. Bu partinin milletvekilleri Saadet Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi olarak ikiye bölündüler.

Seçimler (MSP/RP/FP/SP)

Milletvekili genel seçimleri

Seçim tarihi Parti Genel Başkan Alınan oy sayısı Alınan oy oranı Milletvekili sayısı
22 Temmuz 2007 Saadet Partisi Recai Kutan 820,289  % 2.34 0
3 Kasım 2002 Saadet Partisi Recai Kutan 784,087  % 2.49 0
18 Nisan 1999 Fazilet Partisi Recai Kutan 4,805,381  % 15.41 111
24 Aralık 1995 Refah Partisi Necmettin Erbakan 6,012,450  % 21.38 158
20 Ekim 1991 Refah Partisi Necmettin Erbakan 4,121,355  % 16.88 62
29 Kasım 1987 Refah Partisi Necmettin Erbakan 1,717,425  % 7.16 0
5 Haziran 1977 Millî Selamet Partisi Necmettin Erbakan 1,269,918  % 8.56 24
14 Ekim 1973 Millî Selamet Partisi Necmettin Erbakan 1,265,771  % 11.8 48

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

ERBAKANDAN ÖZLÜ SÖZLER

Aziz Hocamızdan dinleyip öğrendiğimiz ilmî ve imanî gerçeklerin bir kısmını, anladığımız ve hatırladığımız şekliyle, başkalarının da istifadesine sunmayı düşündük. Her birisi, ayrı ayrı levhalar halinde yazılıp asılması gereken bu "vecize"lerin ve birçok meselenin çözümünde anahtar vazifesi görecek bu "Altın Sözler" in, sadece kendi hafızamızda ve hatıra defterimizde hapsedilmesine gönlümüz razı olmadı.
Sözlerime ve yazılarıma güzellik katan ve özellik kazandıran bu sözleri anlamak, onların sahibini de daha iyi tanımaya yardımcı olacağı ümidiyle arz ediyorum
:

 

* "Akıl, bir işin sonunu düşünmektir”. Yani kârını, zararını çok iyi hesap ederek bir işe girişmektir. Çünkü son pişmanlık para etmeyecektir. Ve “ah keşke” sözleri, akılsızlığın neticesidir.

* "Akıl; "şunlar, şunlar doğru ise, şunlar da doğrudur" şeklinde bir mukayese ve muhakeme (karşılaştırma ve karar verme) kabiliyetidir. İslamsız akıl, tek başına ilk ve mutlak doğruları bilemez, hayır ve şerri tayin edemez. İslamsız bütün nimetler ve saadetler eksiktir ve yetersizdir. Bu nedenle "Bugün dininizi ikmal ettim ve nimetlerimi tamamladım" ayeti en son indirilmiştir.-------------------------------------------------------------------------------------------------------

*  "Akıl, bir temyiz (iyiyi kötüden seçip ayırma) yeteneğidir. "

*  " Akıl; imanın ve İslam’ın emrinde en büyük nimet, nefsin ve şeytanın elinde ise, sebebi felâkettir."

*  "Düşmanlar ve canavarlarla dolu ıssız ve karanlık bir orman kurtulmak için, nasıl ki;
1- Teh bölgelerini ve güvenlik yollarını gösteren bir haritaya,
2- Doğru yön tayinine yarayan bir pusulaya,
3- Ve de çevremizi aydınlatacak bir ışığa ihtiyaç vardır.
İşte, haksızlık ve şeytanlıklarla kaplı bir dünyada, selamet yolunu bulmak için de, Kur’an bir harita, akıl bir pusula, iman ise önümüzü aydınlatan bir fener hükmün-dedir. Bunlar biri birinin tamamlayıcısıdır. Biri olmadan diğeri işe yaramaz ve kurtuluşa ulaştıramaz."

*  " İslam’ın dışında, hiçbir Hak ve hakikat kaynağı yoktur. Fen ve hikmet, sanat ve sanayi dahi, İslam’ın içindedir ve onun bir şubesidir. İlhamını Kur’andan almayan hiçbir ilim ve teknik asla hayr-ı mahz olamaz, şerden ve zarardan arınmış sayılamaz. Mutlaka yeterli ve yararlı olduğu savunulamaz.
Felsefelerin ve filozofların birbirini inkârı, ideolojilerin devamlı çatışması, beşeri kanun ve nazariyelerin eskimesi ve değişmesi, hatta yapılan ilaçların bile, bir müddet sonra yan tesirlerinin anlaşılması, hep bu yüzdendir."

*  70 öncesi yıllarda Hocamın Erzurum’daki "İlim ve İslam" konulu konferansını dinleyen bir müftü efendi, daha sonra özel sohbeti sırasında Hocamıza dönerek:
- Sizi canu gönülden tebrik ederim. Çok güzel ve önemli konulara temas ettiniz. Bendeniz de yıllardır vaazlarımda : "Dini ve ahlâki ilimleri bilmek yetmeyeceğini , Avrupa’nın fennini ve tekniğini de öğrenmek gerektiğini, hep söylerim" deyince, Hocamız ona:
- Aman Müftü Efendi Herhalde sürçü lisan ederek, yanlış bir ifade kullandınız. Çünkü "İslami ilimler yetmez, Avrupa’nın fen ve tekniğini de almamız lazımdır" sözü, bilerek söylense, tecdidi iman gerektiren bir küfür lafzıdır. Zira bu söz Kur’andaki en son indirilen "Artık dininizi kemale erdirdim. Hiçbir eksik bırakmadım (maddi ve manevi) nimetlerimi tamamladım " mealindeki ayete ters düşmektedir. Sizin düşüncenize göre "İslam’da fen, teknik ve müspet ilimler yok-tur. Bunları Avrupa’dan almaya ve öğrenmeye ihtiyacımız vardır. Dolayısıyla bu yönüyle İslam eksiktir " manası anlaşılır ki bu, farkında olmadan "Bugün dininizi ikmal ettim, maddi ve manevi hiçbir eksiklik ve kusur bırakmadım" buyuran Cenab-ı Hakkı yalanlamak manasına gelir ve elbette yanlıştır.
Doğrusu ise, maddi ve müspet ilimlerin de kaynağı Kur’an ve bugün Batılıların elindeki bütün ilimlerin temel esaslarını ortaya koyan İslam alimleri olmuştur" diyerek düzeltir.
Elbette "Hikmet (fen ve sanat) Müslümanın yitik malı gibidir. Nerede bulsa alır ve kullanır" Ancak İslam’ın müspet ilimlerle ilgisi ve bilgisi yok diye düşünmek tamamen yanlıştır ve yanıltıcıdır.

*  " İslam beş temel üzerine bina edilmiş bir hakikat sarayıdır ve hayat programıdır. Yoksa, sadece bu beş şeyden ibaret zannedilmesi hatadır.
Zira, sadece bir kısmına inanmak ve yaşamak İslam değildir. "

*  " Dünyadan Ay’a gönderilen bir füze nasıl ki hedef açısından bir milimlik bir sapma bile gösterirse, bu açı giderek büyüyecek ve neticede o füze Ay’a değil başka bir gezegene çarpıp parçalanacaktır.
Aynen bunun gibi, imani ve itikadi konularda başlayacak çok az bir şüphe ve sapma bile, insanı giderek İslam’dan uzaklaştıracak ve bu sapıklık, sonunda sahibini cennete değil, cehenneme taşıyacaktır."

*  " İslam’ı, "ırkçılık" gibi batıl ve bozuk şeylerle karıştırmak esasına dayanan sentezcilik düşüncesi de, itikadi bir sapıklıktır."

*  " Mezheplerin birleştirilmesi fikri de, ırkçılık gibi, bir siyonist şeytan şırıngasıdır ve insanlarımızı ibadet disiplininden ve takva dairesinden koparmayı amaçlamaktadır"

*  " Yanlışın en tehlisi, doğruya en yakın olan yanlıştır. Çünkü, doğruyla karıştırılması ve insanların daha kolay aldatılması ihtimali taşımaktadır."

*  Bu konuda görülen diğer bir gaflet ve cehalet örneği de, sadece Kur’anla hüküm ve amel etmeyi yeterli zannedip, sünnete (hadislere ve diğer şer’i delillere) itibar etmemektir.
Halbuki Allah’ın belirlediği Kur’anî hükümleri, Resulü Ekrem (SAV) bizzat yaparak ve yaşayarak bizlere göstermişlerdir. Efendimiz (SAV) öğretmeseydi ve örnek teşkil etmeseydi, nasıl abdest alınacağını ve ne şekilde namaz kılınacağını dahi bilemezdik.

*  Bütün Batı hukuku, toplam on bin meseleden ibarettir. Ama sadece İmamı Azam Hz.’lerinin çözümlediği ve hüküm verdiği mesele yüz binin üzerindedir.

*  "İslâm bize ve zamana uymaya mecbur değildir. Ama herkes ve her zaman, İslâm’a uymak mecburiyetindedir."

*  "Şu dünyaya gönderiliş gayemiz olan kulluk imtihanını başarabilmek için, üç tane temel ve birbirini tamamlayan esas vardır:
1-Her şeyden önce İslâmı öğrenmek, İslâmın her konudaki emrini bilmek,
2-Öğrendiğimiz İslâmi esaslara göre yaşamak, Kuranın hükmünü hayatımıza tatbik etmek,
3-Her yerde, her halde ve her meselede, mutlaka İslâm’a göre, yani İslâmca düşünmek."
Yani, itikat ve ilmihal konularını öğrendiği ve bildiği bir kısım ibadetleri yerine getirdiği halde, ticaret, siyaset ve devlet hayatında müşrikler gibi düşünen, olayları batılı ve cahili ölçülerle değerlendiren bir kimse, hakikat nazarında Mümin sayılamaz.
Örneğin, beş vakit namazı imamın arkasında ve tadili erkanıyla kılan bir insan, içinden “Camiden çıktıktan sonra, sattığım tarlanın parasını acaba hangi bankaya yatırsam?” diye geçiriyor ve rahatlıkla faiz yiyorsa, bu kişi islamca düşünmüyor demektir.
Müslümanca düşünmenin üç temel esası vardır:
1- Dünya hayatı, çok önemli bir imtihandır. Ahiret ise, dünya hayatının hesabı ve imtihandaki artı ve eksi puanların karşılığıdır. Nefeslerimiz sayılıdır, bunlar Allah yolunda harcanmalıdır. Çünkü ölüm bize, çok yakındır.
2- İslâm Dini, Allah yapısıdır. Bunun için mükemmeldir ve tastamamdır. Haşa, zerre kadar noksanı, fazlası ve hatası bulunmamaktadır.
3- İslâm Dini, bir bütündür. Ona bir şey katılamaz ve ondan bir şey çıkarılamaz. Baştan sona Hak’tır, hayırdır ve hepsi, herkes için ve her yerde lazımdır. Çünkü İslâm, dünya ve ahiret saadetinin tek ilacıdır.

*  "Ameller, niyetlerle tartılır." Yani yapılan işler ve ibadetler niyetlere göre değerlendirilir. Neyi elde etmek istediğimiz ve neleri gaye edindiğimiz önemlidir.

*  "Cenab-ı Hakkın, bizlerin sadece tavır ve davranışlarımızı değil, bu hareketleri hangi maksat ve niyetlerle yaptığımızı da devamlı kontrol ve murakabe ettiğini, Hocamız, Kanada da geliştirilen yeni bir “sürücü ehliyeti alma” sistemiyle şöyle izah etmişti:
"Kanada da, şoför ehliyeti almak isteyenleri imtihan etmek için, özel bir sistem ve salon hazırlanmıştır. Dışarıda, şoför olarak kendini yetiştiren ve kazanacağına güve-nen kişi, gelip kimliğini özel bölmeye yerleştiriyor ve giriş kapısı açılıyor. İçeride tekerleri hariç bütün aksamı çalışır vaziyette bir araba bulunmaktadır. Sürücü adayı, arabanın kapısını açıp direksiyona geçtiği ve kontağı açtığı a, tam karşı duvardaki ekran özel olarak hazırlanmış bir film oynamaya başlıyor. Sürücü, kendisini gerçek bir yol üzerinde seyrettiğini zannediyor. İniş geliyor, yokuş çıkıyor, çeşitli trafik işâret ve levhalarıyla karşılaşıyor şoför adayı, bütün bu durumlar karşısında en doğru olanı yapmak ve kurallara uymak zorundadır. Çünkü, arabanın viteslerinden frenlerine, gaz pedalından direksiyonuna kadar her şeyi bir otomatik beyne bağlanmıştır ve özel filmdeki şartlara göre ayarlanmıştır.
Eğer doğru hareket edilmişse, dışarı çıkarken ehliyet kutuda hazır bekliyor. Yok, yanlış hareket edilmişse, otomatik beyin boş basıyor ve "çalış, öğren tekrar gel" diye ikaz ediyor.
Trafik komiserinin huzurunda yapılacak bir ehliyet imtihanında, adam kayırma, rüşvet alma ve hataları imtihan komisyonunun gözünden kaçırma gibi durumlar olabilir. Ama otomatik beyni aldatmak ve atlatmak mümkün olmamaktadır.
İşte her hâl ve hareketimizdeki niyetimiz, ciddiyetimiz ve gayretimiz, devamlı olarak bu otomatik beyinden bin kere hassas İlâhi bir murakabeye (kontrol ve değerlendirmeye) tabi tutulmaktadır.
Kader ve Külli İrade:
Şimdi, kendimizi, bu ehliyet imtihanı için hazırlanmış özel arabanın ve ekranın başına geçtiğimizi, bütün bu araçlarında bir TIR kamyonuna veya tren vagonuna yerleştirildiğini ve Ağrı’ya doğru gittiğini düşünelim.
Biz ise, diyelim ki, Aydın’a varmak istiyoruz. Ve bu amaçla direksiyon başında çabalayıp duruyoruz.
Halbuki, bizim bütün gayretimiz ve dikkatimiz, sadece “ehliyet alabilmek için puan kazanmamıza” yarayacak, yoksa ne trenin hızını, ne hedefini ve ne de hareketlerini asla değiştirmeyecektir.
İşte o tren külli iradeyi, bizim ekrandaki filme göre ve trafik kuralları çerçevesindeki gayretimiz ve gayemiz ise, cüzi iradeyi temsil etmektedir.

*  "Bir insan kendi kusur ve kabahatlerini düşündüğünde, utancından başkasının yüzüne bakmaya mecali kalmayacaktır."

*  "Herhangi bir durumun oluşmasında ve gelişmesinde Müslümanların üç ayrı safhada, takınacağı, üç ayrı tavır vardır:
1- Önce emredilen ve yapılması gereken bir konuda, takatımızın sonuna kadar ceht, gayret ve her türlü esbaba tevessül,
2- Olayın meydana gelişi sırasında, korku ve telâşa kapılmadan Allaha teslimiyet ve tevekkül,
3- Sonunda ise, takdire rıza ve ortaya çıkan neticenin hakkımızdaki en hayırlı durum olduğunu kabül..." etmek gereklidir.

*  "Biz bütün sebeplere tevessül etsek ve her türlü gayreti göstersek bile, Allah istediğimiz neticeyi vermeye mecbur değildir."
Ancak sebeplere tevessül edilerek ve sünnetullaha uygun hareket edilerek yapılacak işlerin, genellikle başarıya ulaştırılması da adetullahın gereğidir.

*  Kader konusunda, Allahın külli iradesi içinde, kulların cüzi iradelerinin yerini ve mesuliyetini belirten, yukarıdaki doyurucu ve çarpıcı misalini Hocam, bir de şöyle anlatmıştı:
"Emir ve yasakları içeren, teh bölgelerini gösteren trafik levhalarıyla donatılmış, inişli, yokuşlu, virajlı bir anayol düşününüz. Siz, "araba kullanabilir" belgesi olan ehliyetinizi almış olarak, kendinize verilen bir vasıta ile bu yol üzerinde hareket ediyorsunuz...Trafik kurallarına ve işaret levhalarına aykırı hareketlerden dolayı bir kaza yaparsanız, elbette bunun sorumlusu ve suçlusu siz olacaksınız ve cezalandırılacaksınız. Ancak, üzerinde seyrettiğiniz yolun, çok büyük ve güçlü, ama görülmeyen muazzam bir lokomotifin üzerinde olduğunu farzediniz.
O takdirde siz, kendi arzu ettiğiniz yere değil, yolu taşıyan o güçlü lokomotif nereye götürürse, oraya gitmek zorundasınız ve bu neticeden sorumlu da olmayacaksınız...
İşte ehliyet alıp, (yani Kelime-i Şehadet getirerek iman edip) yol üzerinde araba kullanmak irade-i cüz iyeye, o görülmeyen ve her şeyi üzerinde götüren güçlü lokomotifte irade-i külliyeye örnektir."

*  "Kelime-i şehadet getirip iman etmekle her işimiz bitmiyor, tam aksine, kulluk imtihanımız yeni başlıyor." Yani kelime-i şehadet, bir nevi, Kuran programıyla yapılan kulluk imtihanına, giriş belgesidir.

*  "İslâmi tebligatta muhatabımız istisnasız bütün insanlardır. Öyle ise görüşü ve görüntüsü ne olursa olsun, davamız herkese anlatılmalı, davet her kesime yapılmalıdır. Tebliğ ve davet bizden, hidayet Allah’tandır."

*  "Cennete girmek için, mutlaka Müslüman olmak gereklidir. Ancak bu dünyada, Adil bir düzen’in himayesinde, huzur ve emniyet içinde yaşamak için, sadece "insan" olmak yeterlidir."

* "Kabir suali bir nevi kimlik tespitidir. İnsanın gerçek kimliği ve kişiliği ise, tarafgirliği ile belirlenir. Bir insan Hakkın mı, yoksa Batılın mı safındadır? Sorusunun cevabı oldukça önemlidir. "

*  "Cenab-ı Hakkın en sevdiği insan, sorumluluğunu bilen ve kendi görevini en iyi şekilde yerine getiren insandır." Görevini ciddiyet ve titizlikle yapmak “İhsan” makamıdır.

*  "Biz, başkalarının değil, kendi muhasebemizi yapmak ve hesabımızı sağlam tutmakla mükellefiz."

*  "Namaz dinin direği, cihat ise zirvesidir."
Cihat, huzur ve hürriyet içinde yaşanacak, temel insan haklarına saygı duyulacak bir ortamı hazırlama gayretidir. Ülke içerisinde yapılan ilmi-ahlaki ve siyasi hizmetlerdir. Askeri ve silahlı cihad ise, ancak dışarıdan saldıracak düşmanlar için geçerlidir.

*  "Cihad izzet ve aydınlık, gevşeklik ise zillet ve karanlıktır."

*  "Cihadın önemini şuradan anlayınız ki, meselâ namaz kılarken ateşe düşmekte olan bir çocuğu korumak, kendisine yaklaşan yılan ve canavardan sakınmak veya malını çalınmak ve telef olmaktan kurtarmak için, sonra iade etmek üzere namaz terk ve tehir edilir. Yani can ve mal ile namaz arasında bir tercih yapmak gerekirse, mal ile can, namaza tercih edilir.
Ancak mal ile canı feda etmek gerekse de, mutlaka cihada devam edilecek, hiçbir bahane ile cephe terk edilmeyecektir."
Her iki halde de, sadece İslam’ın emrine uymuş oluyoruz demektir.

*  "Şeytan, Allahın mevcudiyetini ve kudretini bildiği gibi, siyonist Yahudi de İslam’ın canının cihat olduğunu bildiği için, bütün gücüyle Müslümanların cihat ruhunu söndürmeye çalışmaktadır."

*  "İslâm, ancak kendi orijinal kavramlarıyla anlaşılır ve anlatılır. Cihat; Hakkı hakim kılmak, temel insan hak ve hürriyetlerini sağlamak ve korumak ve her türlü zulüm ve sömürü düzenlerini ortadan kaldırmak için yapılacak hizmet ve faaliyetlerin tamamıdır. Batılıların kullandığı manada "harp" ve "savaş" gibi kelimeler cihadı ifade edemez.
Nasıl ki "Allah" lafza-i Celâlin hiçbir dilde karşılığı yoktur,"Tanrı-İlah" yerine kullanılan kelimelerin de, cemi (çoğulu) vardır. Çünkü Batılılar hâla teslis (üçleme=Baba-Oğul-Meryem Ana) seviyesinden tevhid akidesine ulaşamamışlardır.
Ve yine nasıl ki "Bereket" kavramı; artma, çoğalma gibi kelimelerle ifade etmek mümkün değildir.
Bunun gibi "Allah" CC. "Fisebilillah" (Allah yolunda, Allah için) gibi "cihat" kelimesi de, İslâmi bir kavramdır ve cihadı başka kelimelerle izah etmek yanlış-tır."

*  "İslâmi cihat ise, yine İslâm’a göre olmak ve bir teşkilat düzeniyle yapılmak zorundadır. Bu da bir karargâha bağlılık ve itaati gerekli kılmaktadır.
"Ordu demek, yapılacak işlerin belirlendiği, her işe göre münasip görevlilerin tayin edildiği ve eğitildiği, emir-komuta disiplini ve sorumluluk düşüncesi içerisinde, herkesin görevini en iyi şekilde yerine getirdiği cemaat ve teşkilât demektir."

*  "Acaba bu manevi ve siyasi cihat hareketi hangisidir? Elbette ki Milli Görüş cemaatidir..
Bu konuda bize itimat etmiyorsanız, Kartırdan, Moşe Dayan (Bush’tan ve Şaron’dan) sorunuz. Onlar bu hizmet ve hareketin hangisi olduğunu size söyleyeceklerdir."

*  "Allahın rızası, ordu içindeki zahiri rütbe ve rağbete göre değil, üstlendiği görevi üstün bir gayret ve samimiyetle, canla-başla yapmaya bağlıdır."
Burada ki " Ordu" dan maksat, silahlı ve askeri birlik değil, disiplinli teşkilat demektir.

*  "Batıl tarafına ve düşmanlarımıza, bizden daha çok imkân ve fırsat verilmesi ve çok çeşitli cephelerden bize hücuma geçilmesi Müslümanlar için bir rahmet ve fazilet sebebidir."

*  "Cüneydi Bağdadi Hazretleri ibadet ve hizmet yolunda, çeşitli zahmet ve zorluklarla karşılaştığında seviniyor ve Allah’a şükrediyordu."
- "Rabbım’ın, işlerimi zorlaştırmasını, daha çok gayret ve metanet göstererek, mükâfâtımın kat kat artmasını murad ettiğine işaret sayıyor ve teselli bulu-yorum" diyordu.

*  "Asıl marifet, yük altında ve hizmet esnasında sadık ve sağlam kalabilmektir. Yoksa, çay sohbetlerinde ve edebiyat kürsülerinde kahramanlık satmak kolaydır."

*  "İslâmi cihatta aslolan şekil değil, mana ve maksattır. Zira Bedir Harbi de, müşriklerin usül ve metodlarıyla yapılmıştır."
"Şimdi "oy ve seçim" meselesi de inananlar için, haklı davasını en uzak köylere ve en ücra köşelere kadar ulaştırmak, devlet imkânlarını Hakkın ve halkın hizmetinde kullanmak için bir vasıta ve fırsattır ve değerlendirilmesi gereken bir ruhsattır."

*  "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek için mahlukatı yarattım" mealindeki Hadis-i Kutsi’de dahi, cihadın temeli olan tebliğ ve tanıtma esasına işaret edilmektedir."

*  "İslâmı ise, bütünüyle (tüm kurum ve kurallarıyla) tebliğe memur ve mecburuz. Zira, İslamın bir kısmı İslâm değildir. İslam “silm” kökünden bütün insanlık için barış dini ve bereket düzeni demektir."

*  "İmanla küfür bir kalpte birleşmez ve barışmaz. Her gece en son kıldığımız vitir namazındaki kunut duasını okurken, Allah’a şu sözü vermeden başımızı yastığa koymuyoruz:
"Ya Rabbi, facir ve fasık kimselerle bütün bağlarımızı kestik ve Senin dinini yıkmak isteyenleri terk ettik." diyoruz...
Facir; itikâdı bozuk, görüşü batıl olan kişilerdir,
Fasık ise, ameli bozuk, ahlâkı berbat kimseler demektir.
Acaba biz müslümanlar, Allah’a verdiğimiz bu sözü tutuyormuyuz?

*  "Faraza, bir zaman tünelinden geçirilip, asrı saadet dönemine ve Bedir tepesine bırakılan kimse, bir tarafta Aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz, arkasında iman ordusu, karşı tarafta ise, Ebu Cehil lain ve küfür ordusu olduğu halde, Bedir harbinin yapıldığını görse;
1-Hangi bahane ile olursa olsun, Ebu Cehil’in safına katılsa, ona arka çıksa ve alkışlasa küfrünü izhar etmiş olur.
2-Veya, "Allah, Hakka yardım etsin" deyip, hiçbir tarafa tabi ve taraf olmadan yerinde otursa, o zaman da münafıklığını ispat etmiş sayılır. Zira, bu söz "Hangi taraf haklı, pek bilemiyorum, Hz. Muhammed’in haklılığından da şüphe ediyorum" anlamına gelir.
3-Şayet bu manzara karşısında "Ya Rabbi, Resulüne ve ashabına yardım et" şeklinde dua etmekle yetiniyor ve yerinde duruyorsa, bu halde de fasık (günahkâr ve gayretsiz) bir Müslüman olduğu ortaya çıkar.
4-Yok eğer, bu durumu görür görmez "Resulüllah’ın ayağına diken bata-cağına benim gözüme ok saplansın" diyerek yerinden fırlıyor ve bağırsakları çalı-lara takılsa bile İslam’ın safına katılmak ve Allah yolunda vuruşmak üzere koşuyorsa, o takdirde gerçek bir mümin olduğunu kanıtlamış olur."

*  " Hak bir olduğu gibi, küfür de görünüşte dağınık ve çeşitli olsa da ger-çekte o da tek bir karargâha, yani Siyonizme bağlıdır." Bizde "Baş başa, baş Allaha" bağlı Siyonizmde ise "baş başa, baş şeytana bağlı" prensibi geçerli olmaktadır.

*  "Bazı sapık Yahudilerin dünyaya hakim olma plan ve politikalarına Siyonizm denir."
"Siyonizm’i bir timsaha benzetirsek, bu timsahın üst çenesi Kominizm, alt çenesi Kapitalizm’dir. (Bütün hayvanların alt çenesi hareket ettiği halde, timsahın ise üst çenesi hareketli olduğu için, onu misal veriyorum) Bu iki çenenin (Komünizm ve Kapitalizmin) çarpışır görünmeleri düşmanlıklarından değil, aralarına giren avlarını ezmek ve gövdeyi (Siyonizmi) beslemek içindir."
"Bugün artık Kominizm tamamen iflas etmiş ve çökmüş, Kapitalizm de içinden çürümüş ve yakında çökmeye ve çözülmeye mahkûm hale gelmiştir."

*  "Nato ve Varşova Paktları İslam’a karşı yeni bir Haçlı orduları şeklinde birleşmiştir."

*  "Dünyayı ezen sömürü canavarının beyni Siyonizm, kalbi Haçlı Avrupa, sağ kolu Amerika, sol kolu Rusya’dır."

*  "Asrımızdaki zulümlerin baş sorumlusu olan Siyonizm ve küfür cephesi de gelişmiş ve güçlenmiştir."
Çünkü Allah-u Teala yalnız müminlerin değil, cümle alemlerin ve bütün in-sanların Rabbidir. Cenab-ı Hak, Penisilinin bulunmasıyla mikropların kabuğunu kalınlaştırdığı gibi, yaptıkları zulüm ve melanetlere karşılık haklı olarak bütün insanlığın nefretini kazanan, toplu hakaretlere maruz kalan ve her yerden kovulan mel’un Siyonistlere de, binlerce yıllık sabır, gayret ve azimlerinin karşılığını vermiş ve geçici bile olsa, dünyada gizli sömürü saltanatını kurmalarına müsaade etmiştir."
"Mikroplara karşı, antibiyotik olarak ilk bulunduğu dönemde, 5 -10 ünite yazılan penisilin, mikropları öldürmeye yetiyordu. Ancak mikroplar da belli maksatları icra etmek için vazifeli yaratıldıklarından, insanoğlu penisilini bulunca, bu sefer Cenab-ı Hak mikropların kabuğunu kalınlaştırdı ve penisiline karşı direncini artırdı. Bunun üzerine penisilinin dozu giderek artırılarak yüz, bin, on bin... derken bugün milyonlarca üniteye ulaşmıştır. Yani penisilinin bulunmasından sonra, mikropların kabuğu öylesine kalınlaşmış ve direnci öylesine artmıştır ki, 60-70 yıl önce 10 vuruşla ölen bir mikrobu, bugün öldürmek için bir milyon kere vurmak gerekmektedir.
İşte dünya Siyonizmi ve küfür dahi, geçen zaman içinde öylesine gelişmiş ve güçlenmiştir ki bu iman ve insanlık mikroplarını tesirsiz hale getirmek için de, o nispette gayret, ciddiyet ve kuvvet gerekmektedir."

*  Peki, " Neden şu an siyonistler hakim, biz mahkûmuz?"
1- Siyonistlerin batıl da olsa, kendi davalarına inancı bizden fazla olduğu için..
2- Onların şeytani gayeleri uğrunda ki gayreti ve cihadı, bizden üstün olduğu için.."
Siyonist emeller taşımayan, ülkemiz aleyhindeki faaliyetlere karışmayan, başkalarını ezmeyi ve sömürmeyi amaçlamayan, dürüst ve sade yahudilere karşı hiçbir düşmanlığımız söz konusu değildir. Biz, temel insan haklarına saygı çerçevesinde, herkesle birlikte ve barış içersinde yaşamaya hazırız ve razıyız.
"Evet, hayat; iman ve cihattır" Bu iki değer ve dinanizme, kim sahip olursa, zaferi onlar kazanacak ve üste çıkacaktır.

*  " İstanbul’un fethini müjdeleyen, Sultan Fatih’i ve askerini öven hadis-i şerif, bize cihatla ilgili şu esasları ders vermektedir.
1- İstanbul’un mutlaka ve kesinlikle fethedileceğini haber vererek, he-defe varmak ve zafere ulaşmak için, tam bir iman, azim ve ümit sahibi olmamız hususuna,
2- Fetih ve zafer için, mutlaka ehil ve emin bir komutanın lüzumuna,
3- O komutanın da, askersiz olamayacağına, ordu düzeni ve disiplinine girmeyen kalabalıkların zafere ulaşamayacağına işaret etmektedir."
Sonuç: "Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin filleri, sahiplerini ezdiği gibi, bugün zalim devletlerin uçak, gemi ve tank filoları da yakında biri birini ezecek ve kendi sahiplerini yiyecektir."
Ve artık vakit tamamdır.

* Biz Refah Partisi olarak, sadece Türkiye’deki 60 milyon memleket evladının değil, birbuçuk milyar İslam Aleminin ve yeryüzündeki 6 milyar insanın hepsinin saadeti bakımından ne kadar büyük bir so­rumluluk taşıdığımızı biliyoruz. Kazakistan’daki insan da saadetini Refah Partisi’nin iktidara gelme­sinden bekliyor. Cezayir’deki insan da saadetini Refah Partisinin iktidara gelmesinde bekliyor.

 

* D-8’lerin bayrağında 6 temel ilkeyi sembolize eden altı yıldızın anlamlan şunlardır:

1.  Savaş değil, barış
2. Çatışma değil, diyalog
3. Çifte standart değil, adalet
4. Üstünlük değil, eşitlik
5. Sömürü değil, işbirliği
6. Baskı ve tahakküm değil, insan haklan hürriyet ve demokrasi

Bu prensipler sadece D-8’lerin kendi prensipleri değil, Yeni Bir Dünyanın kurulmasının da temel esaslarıdır.

*  «Sizin kökünüzde ne yatar» deni-yor. İşte bizim kökümüzde ne yattığının açık cevabını veriyorum. Bizim kökümüzde bu Cumhuriyetin kökünde yatan yatıyor, bizim kökümüzde Seyit Çavuşun imanı yatıyor. (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.) Bizim kökümüzde Sakarya’nın imanı, bizim kökümüzde bin yıllık tarihin 50 milyon şehidin inancı yatıyor
Bizim kökümüzde şehidi şehit yapan, gaziyi gazi yapan manâ yatıyor Ya sizin kökünüzde ne yatıyor? (MSP ve AP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar.)

* Türkye’de farmasonluk, siyonistlik, komünistlik ve şahsiyetsizlik saltanatı mutlaka yıkılacaktır.

* Siyasi ve iktisadi sömürüye, rüşvete ve adam kayırmaya, milli kültür düşmanlığına, zümre saltanatına, anarşiye son vereceğiz.

* Avrupa kültürü ile er yada geç hesaplaşacağız. Bundan kurtuluş yok. Biz kararımızı bu hesaplaşmaya göre vermek durumundayız. Biz batılı değiliz. Biz avrupalı değiliz. O zaman hesabımızı ve çalışmalarımızı bu farklılık üzerine yoğunlaştırmak durumundayız.

* Yeryüzünün en ideal insanlar, en aydın en ilerici insanlar şüphesiz müslümanlardır. Müslüman olmak zaten bu dünyadaki en büyük ayrıcalıktır.

* İster batı, ister doğu, yani ister kapitalizm ister komünizm; hangi sistem olursa olsun artık ahir ömürlerini yaşamaktadırlar. Bizim meşhur misalimizle heryerde söylediğimiz gibi ne yaparsa yapsınlar; hangi oyunları oynarlarsa oynasınlar hepsi yok olup gideceklerdir. Ve Allah nurunu onlar istesede istemesede tamamlayacaklardır.

* Ben kesinlikle inanıyorum ki önümüzdeki yıllarda bütün dünyada en gür sada hakkın ve hakka inananların olacaktır.

* Zaman üzerine faizle alınan bir borcun nasıl ödeneceğinin eğrisi çizildiği takdirde, bu eğrinin bir üstel fonksiyon olduğu görülür. Bu eğriyi çizerseniz ilk başta hafif hafif gittiği ama belli bir noktaya geldikten sonra birden bire yukarıya fırladığını görürsünüz. Bu durum her üstel fonksionun tabii halidir. Mesela; motorlardaki patlama bu espiriye uygun bir olaydır. Bir motor oksijenle yakıt molekülleri arasındaki kimyasal reaksiyon önce yavaş yavaş başlar. Fakat bir süre sonra patlama meydana gelir. Sosyal olayların yapısıda üstsel fonksiyona uygundur. Faiz olayı da böyledir.

* Bugün İslam’ın evrenselliğini ve herkes için saadet nizamı olduğu hemen hemen bilmeyen kalmamış gibidir.

* Bizlerin yapması gereken yalanla ve çirkinlikle uğraşmak değil, doğru ve güzel olanla uğraşmaktır.

* İslam en yücedir ve ondan yüce hiçbir şey yoktur. Bu geçek peygamber hadisiyle ve Allahın kitabıyla hükümleşmiştir. Bunda tartışma olmaz. Bu tür iddia ve ithamlarda bulunanları ben iki kısma ayırıyorum. Biri, kendilerine İslami tebliğin ulaşmadığı insanlar, diğeri ise İslam’ın yüceliğini bildikleri halde ona dil uzatan ve onu bilerek gericilikle eş gören kalpleri mühürlü insanlar.

* İçeride irtica, dışarıda fundamantalist gelişmeler denilerek işte bu insanlığı kurtarıcı SAADET NİZAMINDAN insanımız uzaklaştırılmak istenmiştir.

 


PROF.DR.NUMAN KURTULMUŞ (GENEL BAŞKAN)

Prof. Dr. Numan Kurtulmuş,

Ülkemizin tanınmış âlimlerinden Cumhuriyet döneminde Latin harfleriyle yazılmış ilk ilmihal kitaplarından “Amentü Şerhi”nin yazarı, İstiklal Harbi gazilerinden merhum Binbaşı Numan Kurtulmuş’un torunu. Babası, merhum Dr. İsmail Niyazi Kurtulmuş ise birçok vakıf ve hayır kurumunun öncülerindendir.

Lisans ve yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde tamamladı. ABD’de Cornell Üniversitesi’nde doktora tezini hazırladı ve misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 1992 yılında iktisat doktoru, 1994 yılında ise İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doçent unvanı aldı.

Yayınlanmış çok sayıda bilimsel makalelerinin yanı sıra “Sanayi Ötesi Dönüşüm” ve “İnsan Kaynakları Yönetiminde Japonya Modeli” isimli basılmış eserleri mevcuttur.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde uzun yıllar Sosyal Siyaset, Çalışma Ekonomisi ve İnsan Kaynakları Yönetimi hocalığı yaptı.

1998 yılında aktif siyasete girerek Fazilet Partisi İstanbul İl Başkanı ve Genel İdare Kurulu üyesi oldu. Daha sonra Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerini birlikte yürüttü.

2004 yılında profesör olan Kurtulmuş, akademik çalışmalarını İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak sürdürmektedir.

26 Ekim 2008 tarihinde Saadet Partisi 3. Olağan Kongresinde Saadet Partisi Genel Başkanı seçilen Kurtulmuş, 1959 Ünye doğumlu, evli ve üç çocuk babasıdır.

------------------------------------------------------------------------------------------------

 PROF.DR.NUMAN KURTULMUŞ
Prof. Dr. Numan Kurtulmuş,

Ülkemizin tanınmış âlimlerinden Cumhuriyet döneminde Latin harfleriyle yazılmış ilk ilmihal kitaplarından “Amentü Şerhi”nin yazarı, İstiklal Harbi gazilerinden merhum Binbaşı Numan Kurtulmuş’un torunu. Babası, merhum Dr. İsmail Niyazi Kurtulmuş ise birçok vakıf ve hayır kurumunun öncülerindendir.

Lisans ve yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde tamamladı. ABD’de Cornell Üniversitesi’nde doktora tezini hazırladı ve misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 1992 yılında iktisat doktoru, 1994 yılında ise İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doçent unvanı aldı.

Yayınlanmış çok sayıda bilimsel makalelerinin yanı sıra “Sanayi Ötesi Dönüşüm” ve “İnsan Kaynakları Yönetiminde Japonya Modeli” isimli basılmış eserleri mevcuttur.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde uzun yıllar Sosyal Siyaset, Çalışma Ekonomisi ve İnsan Kaynakları Yönetimi hocalığı yaptı.

1998 yılında aktif siyasete girerek Fazilet Partisi İstanbul İl Başkanı ve Genel İdare Kurulu üyesi oldu. Daha sonra Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerini birlikte yürüttü.

2004 yılında profesör olan Kurtulmuş, akademik çalışmalarını İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak sürdürmektedir.

26 Ekim 2008 tarihinde Saadet Partisi 3. Olağan Kongresinde Saadet Partisi Genel Başkanı seçilen Kurtulmuş, 1959 Ünye doğumlu, evli ve üç çocuk babasıdır.






Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol